Bora, oradan uzaklaşırken, arabasının dikiz aynasından gözlerine yansıyan güneş ışıkları eşliğinde, kaldırımların kenarlarına yeni yeni dikilmiş olan fidanların arasında Deniz'in görüntüsü kaybolana dek arka istikametinden gözlerini alamamıştı. Deniz o biraz ilerleyene kadar el sallamış ama hemen sonra arkasını dönmüş ve yürümeye başlamıştı.
Bora kendisine ne olduğunu anlamıyordu, üstüne garip bir hüzün çökmüş ve sanki içinde derin bir boşluk oluşuvermişti, sanki kırk yıllık bir alışkanlığından vazgeçmiş gibi kendini boş ve yalnız hissediyordu.
Kendi kendine hayıflandı, bir günlüğüne gelen bir misafir ona ne yapmıştı böyle. Az önce Deniz’i izlediği dikiz aynasında kendine baktı bu sefer ve yüzünde ki küsmüş çocuk edasını görünce içerledi. İçinden "abartıyorum, birazdan geçer, sadece Deniz’in durumuna üzüldüm, o masum, şirin genç kıza bu yüzden bu kadar yakınlık hissettim" diye geçirdi. Ama bu düşüncenin ne derece doğru olduğunu o da bilmiyordu.
Çünkü şuan içinde olduğu durumu tam tahlil edemiyordu. Daha kötüsü de içindeki duyguların derinliğinden öylesine korkuyordu ki durumun tek bir izahatı olduğunun farkında ama onu kendisine bile itiraf etmekten çekinir bir haldeydi.
Kafasında ki boğuk seslerle adeta cebelleşirken gözü Deniz’in biraz önce oturduğu koltukta yabancı bir şeye takıldı. Önce ne olduğuna anlam veremedi ama sonra beyninde yansıyan bir görüntü ne olduğunu anlamasına yardım etti, bu şey sabah manzarayı izlerken Deniz’in omuzlarını örten şaldı.
Bunu anlamasıyla içinde ki sevince engel olamadı, derin bir nefes aldı. Çocuk gözlerinin içine muzip bir gülümseme yerleşti.
Evet, Bora Deniz’in yanına gitmek için bir bahane bulmuştu, hem de hiç ummadığı bir anda. Bir yandan yolun sonunda gördüğü sapaktan dönmek için sinyalini verip hazırlanırken bir yandan da boşta kalan eliyle koltukta ki şalı aldı ve bir anlık refleksle yüzüne doğru yaklaştırıp şalın üstüne sinmiş olan kokuyu derin derin soludu.
Ruhuna işleyen bu koku ciğerlerinde dans ettikten sonra etkisini yavaş yavaş hissettiren bir uyuşturucu misali beynine nüfuz etmeye başladı. Yaptığı şeye anlam veremiyordu ama umurunda da değildi. Şuan tek istediği bu kokuyu burnuna, ciğerlerine ve hatta mümkün olsa beynine işlemekti.
Bora sapaktan dönüp Deniz’i bıraktığı yere doğru ilerlerken şalı hala kokluyordu.
-“Acaba kafeye gitmiş midir.” diye kendi kendine mırıldanırken içini yine tarifsiz bir boşluk kapladı. Bunun nedeni Deniz’i bıraktığı yerde bulamama ve bir daha hiç görememe düşüncesiydi. Bu düşünce az önce gözlerine gelip yerleşen mutluluğu anında bertaraf etti.
Elinde ki şala baktı ve
-“Aptalım ben, aptal!” kendine kızmaya ve söylenmeye başladı. Bir yandan gaza daha sert basarken bir yandan tutuğu direksiyonu dövmeye ve kendine söylenmeye devam ediyordu. Deniz'i bıraktığı yere henüz yaklaşmıştı ki gözü Deniz’i biraz önce indirdiği kaldırıma ilişti.
Bir an vücudunda ki bütün kanın beynine sıçradığını hissetti, elinde ki şalı farkında olmadan dehşet veren bir güçle sıkmaya ve hızlı hızlı nefes alıp vermeye başladı. Gaza daha hızlı basmaya başladı.
Deniz, ileride onu bıraktığı otoparkın girişindeydi hala. Bora'yı sinirlendiren ise yanında kızı zorla götürmeye çalışan ve bileğini hiç de hoş olmayan bir şekilde tutan garip görünüşlü iri kıyım bir adamdı. Deniz’in yüzünde ki dehşet verici ifade onu kendinden geçirdi ve Bora o andan sonrasını ise net olarak hatırlamayacaktı.
…
Deniz bir yandan karşısında pis pis sırıtan Halil’in tuttuğu bileğini onun elinden kurtarmaya çalışıyor bir yandan da ağlıyordu. Sesi belli belirsiz çıkıyor, yüreğine salınan korku sesinden ve gözlerinden belli oluyordu;
-“Lütfen bırak gideyim. Lütfen!” diye yalvarıyordu, bunun hiçbir faydası olmadığını bildiği halde.
Kız deli gibi ağlıyor ve çırpınıyordu, canının yandığı ve çok korktuğu her halinden belliydi. Ama karşısında pis pis sırıtan adam kızın canını yanmasından ve korkusundan adeta zevk alıyordu, Deniz’in bu çaresizliği umurunda bile değildi, yırtıcı ve vahşi bir hayvan gibi kızı çekiştirmeye ve 3-4 metre mesafede park halinde duran arabaya zorla götürmeye çalışıyordu.
Bir yandan da kıza;
-“Seni küçük o…! dün elimden kurtuldun ama bu gün öyle bir şansın olmayacak!” diye bağırıyordu hırıltılı bir sesle.
Deniz ne kadar dirense de adama karşı koyamıyor ve elinden kurtulamıyordu. Deniz can havliyle kendini kurtarmaya çalışırken Halil bir an durdu ve vahşi vahşi gülerek boşta olan diğer eliyle yüzünde ki yara izini göstererek;
-“Bana bak küçük o…! Bunun bedelini ödemeden hiçbir yere gidemezsin! Boşa debelenme, beni Anladın mı?” diye bağırdı.
Deniz kaçmaya çalışmanın bir faydası olmadığını biliyor ve kendini kapana kısılmış gibi hissediyordu, ne yapacağını bilmez bir halde olanca gücüyle çırpınıyor ama adamın elinden bir türlü kurtulamıyordu. Çaresizdi, aklına gelebilecek her yola başvurmaya hazırdı. Bu adamın ona el sürmesindense gerekirse kendini bile öldürebilirdi. Son bir umutla çaresiz etrafına bakındı ama ortalıkta yardım isteyebileceği kimse yoktu.
Yolun karşısında ki kafede müziğin sesi öylesine yüksekti ki bağırsa bile kimse Deniz’i duymayacaktı. Bunu biliyordu çünkü dün yine burada avazı çıktığınca bağırmış ama sesini kimseye duyuramamıştı.
Ama dün şans ondan yana olmuş ve adamın bir anlık dalgınlığından yararlanıp elinde tuttuğu çakmakla adamın yüzüne vurup elinden kurtulmayı ve kaçmayı başarmıştı.
Adam kızın kabaca tuttuğu bileğini daha da sıkarak zorla çekiştirmeye ve yanına geldikleri lüks bir aracın kapısından içeri doğru ittirmeye başladı. Bir yandan da adeta hayvani bir sesle konuşmaya devam etti.
-“Sana dedim! Güzellikle olsun bu iş, uzatma dedim ama beni dinlemedin. Bir de üstüne üstlük beni yaraladın. Şimdi karşılığını ödeyec… ahh!”.
Adam bir anda ne olduğunu anlamadan olduğu yerde yalpaladı, o anda Deniz, acı içinde yere doğru savrulan adamın elinden kurtulmayı başardı. Ne olduğunu oda anlamamıştı. Arkasından gelen bir yumruk Halil’in kafasında patlamıştı bir anda.
Deniz, ne olduğunu anlamak için arkasına döndüğünde öylesine korkmuştu ki, o an Halil'in elinden kurtulmuş olsa bile bacaklarında ki derman bir anda kaybolmuştu. Ancak arabanın açık olan kapısına tutunarak zor da olsa ayakta kalmayı başarırken bir yandan da gözlerinden sicim gibi akan yaşlarla eşliğinde
-“ALLAH’ım şükürler olsun.” diye mırıltı halinde defalarca şükretmişti.
O an öylesine kendinden geçmişti ki dünya sanki etrafında dönüyordu ve gözü hiç bir şey görmüyordu. Kulaklarına Halil’in adi ve aciz sesi geliyor ve adamın yediği her yumrukta acı içinde inleyişini ve yapma diye bağırışını duyuyordu.
Nihayet kendini biraz olsun toparlayıp sakinleştiğinde onu gördü. Nasıl olmuştu bu bilmiyordu ama kurtarıcı meleği gelmiş ve yine onu en onulmaz bir anda düşmekte olduğu kuyudan çekip çıkarmıştı. Deniz az önce gözlerinden akan korku yaşlarını sildi ve tekrar Bora’ya baktı.
Bora, yere düşen ve acı içinde kıvranan adama kendinden geçmiş bir halde yumruk atmaya devam ediyordu. Öyle sert vuruyordu ki elleri yarılmış ve kan içinde kalmıştı ama umurunda bile değildi Deniz, Bora’nın kan içinde olan ellerini görünce dehşete kapıldı ve koşarak onların yanlarına gitti.
Arkasından sıkıca Bora'nın omzuna asıldı ve
-“Dur, yeter lütfen dur!” diye haykırdı.
Bora, az önce Deniz’e hakaretler savuran ve canını yakan bu adamı adeta öldürmek istiyordu. Beyninde yankılanan “Dün elimden kurtuldun ama.” cümlesi ve Deniz’in vücudunda ki morlukları aklına geldikçe içinde ki bu istek daha da alevleniyordu.
Deniz, kendisini duymayan ve bir türlü durmak bilmeyen Bora’nın elini adama tekrar vurmak için havaya kaldırdığında kıvrak bir hareketle yakaladı.
-“Lütfen, artık dur!” diye bağırdı.
Bora, ancak Deniz’in elini tutmasıyla kendine gelebilmişti. Bir an boş ve anlamsız bir ifadeyle önce yerde kanlar içinde yatan adam sonra kızın yüzüne baktı ve Deniz orada olmasa bu adama ne yapacağını kendisi bile kestiremedi.
Halil'in yüzü dağılmıştı neredeyse ama Bora içinde ki öfkeyi hala bastıramıyordu. Neyse ki onu durdurmak için elini tutan sıcak ele karşı koymamış ve durmuştu. Nihayet biraz olsun sakinleştiğinde hala adamın üstünde oturuyordu. Ellerinin kanadığının farkında bile değildi. Zaten o an Deniz’in dokunuşundan başka hissedebildiği bir şey de yoktu.
Başını kaldırdı ve perişan bir halde kendisini tutmaya çalışan Deniz’in gözlerinin içine baktı;
-“Acıma bu adama!” dedi sert bir sesle.
-“Acıma! Lütfen izin ver, lütfen izin ver de ona haddini bildireyim.” Dedi bu sefer biraz öncekinden daha yumuşak ama hala sert olan bir ses tonuyla.
Deniz, buruk şekilde tebessüm etmeye çalışarak baktı Bora'nın gözlerine içinden "Halil’e acımak mı" diye geçirdi. Onun Halil'e acıdığı falan yoktu şuan düşündüğü tek şey Bora'ydı ve onu durdurmasının tek sebebi kan revan içinde kalan elleriydi ve biraz daha vuracak olursa ellerine dikiş atılacak boyutta yaralar oluşabilirdi.
Üstelik bu adamın ne kadar pislik ve belalı olduğunu çok iyi biliyordu. Umurunda olan tek şey Bora’ydı ve Halil’in kendisi yüzünden Bora’ya en ufak bir kötülüğünün dokunma düşüncesiydi. İçten ve bitkin bir sesle konuşmaya başladı Deniz;
-“Hayır, umurumda olan o değil! Umurumda olan tek şey sensin. Ellerin yaralı. Lütfen bırak, yeter! Baksana neredeyse bayıldı, ona bu kadarı yeter!” dedi.
Bora'nın sakinleşmesi onu da biraz sakinleştirmişti. Adam hala yerde inliyordu gözleri şişmiş ve mosmor olmuştu. Bir kaşı patlamış ve dudağı yarılmıştı. Deniz adamın pis ve yaralı suratına bakarken en ufak bir acıma hissetmiyordu. Sadece tiksiniyordu içinden "ALLAH'ından bulsun" diye geçirdi ve konuşmaya devam etti.
-“Ne olur gidelim buradan. “ bunu o kadar kırılgan şekilde söylemişti ki sesinin titremesine engel olamamıştı.
Bora Deniz’in sesinde ki kırılganlığa dayanamadı ve onun en son söylediği cümlenin doğru olduğunu düşündü. Bu adama bu kadarı yetmese bile değmezdi ve Deniz’in daha fazla bu pisliğin yüzünü görmesine de gerek yoktu. "Deniz'i biran önce buradan uzaklaştırmalıyım" diye düşündü ve hiçbir şey söylemeden sadece başını olur anlamında sallayarak adamın üzerinden kalktı ve Deniz'in yanına gitti.
Önce sarıldı ve daha sonra Deniz'in farkında olmadan acısını gidermek içtin ovuşturduğu bileğini tuttu ve baktı;
-“Canın çok yanıyor mu?” diye sordu.
Deniz’in içinde bastıramadığı korku ve hüzün sonunda galip geldi. Gözlerinden sızan yaşlar, kızın narin yanağından aşağıya doğru süzülmeye başladı. Bora öylesine iyiydi ki kendi elleri yara ve kan içinde olduğu halde hala Deniz’i düşünüyordu! Kendi acısı umurunda bile olmamıştı. Deniz minnet ve şefkat duygusuyla karşısında duran genç adamın gözlerine baktı.
-“Ben iyiyim, ama sen benim yüzümden çok kötü yaralandın, şu hale bak.” Dedi Bora'nın kan içinde kalan ellerini tutup işaret ederken.
Ve konuşmaya devam etti.
-“Lütfen bir hastaneye gidelim ve ellerine baksınlar.” Dedi. Onun başına gelenlerin kendi suçu olduğunu bilen mahcup bir edayla.
Bora, bakışlarını üzgün üzgün kaçıran Deniz’in ne düşündüğünü anlamıştı.
-“Hayır, bu senin suçun değil. Hem hastaneye de gerek yok, ufak sıyrıklar var sadece.” Dedi ve gülümsedi.
Ardından Deniz’in elini nazikçe tutu ve;
-“Hadi artık buradan gidelim” Dedi.
Deniz'in yerde ki valizini de aldıktan sonra ikisi hızlı hızlı adımlarla Bora'nın beş-on metre uzağa park ettiği arabaya bindikten sonra oradan uzaklaşana kadar hiç konuşmadılar. İkisinin de aklında o kadar çok soru ve düşünce vardı ki.
Deniz bütün bu olanların kendi suçu olduğunu düşünüyor ve bu durumdan büyük üzüntü duyuyordu. Bora’ya Halil’in ne kadar kötü ve belalı biri olduğunu anlatması gerekiyordu. Bu düşünceler içinde kaybolurken önce Bora'nın direksiyonu tutan ve kanlar içinde kalan ellerine daha sonra da dışarıya baktı. Dudakları susuyor ama tüm acısını gözleri konuşuyordu.
Bora ise tüm olan biteni öğrenmeyi ve o adama daha güzel bir şekilde haddini bildirmeyi istiyordu. Ama Deniz’in şuan da bunları anlatacak kadar iyi olmadığını bildiği için susup yoluna devam ediyordu.
Deniz şimdi ne olacak diye düşündü.
Evet şimdi ne olacaktı, Deniz hayatta yönünü kaybetmiş bir şekilde oradan oraya çaresiz savrulurken bu sefer yolu nereye düşecekti?
bence Bora artık Deniz'e sahip çıkacak...
YanıtlaSilonu alıp evine götürecek...
Bora Deniz'in yaralarını sarmaya çalışacak...
.....................
çok güzel....
okumaya devam......
bekliyorum....
yüreğine sağlık canım...
Öykünüzü takip etmekteyim...Öykünüzün kahramanları acılarını, yaşanmışlıklarını aktarıyor bize. Yüreklerinin bir köşesinde, sözcüklerde, bir anlık bir bakışta, gözlerde hissedilen, kolayca adlandırılamıyan olaylar, acılar. Paylaşıldıkça büyüyor, anlam kazanıyor, gizlerinden ayrılıp onarılmaz gerçekler halini alıyor kimi kez, kimi kez de tersi durum oluyor. Kısa bir zaman diliminde temel gerilimlere maruz kalıyorlar anlatımın yalınlığında. Sorunları halletmek için çırpınmaları da öyküye güç katıyor...Kalemine sağlık...Özgün dilin anlatımda tasvirlerle yoluna devam etmesi öyküyü daha da güçlü kılacaktır diye düşünüyorum.
YanıtlaSilBi mim kondursam sana
YanıtlaSilve desemki yeni müziklerle tanıştırırmı beni acaba :)
Sabırsızca bekliyorum ;)
heyecanlı gizemli.
YanıtlaSilah bora ah uzak dur şu denizden deli adam.
:)
her gün farkında olmadan elim bloğunuza gidiyor.. bora ve deniz'in hikayesi gerçekten etkiledi beni..
YanıtlaSilUzak dursa iyi olur bora kendini içinden çıkamayacağı zor bir duruma düşürecek gibime geldi.
YanıtlaSilEvet değmezmiş halil..
YanıtlaSilBeddualarımada bora'dan yiyeceği dayağada..
Ama yinede içim rahatladı halil'in o yumrukları yemesinden dolayı..
Denizi ve halili anlatmışsın ama boranın yüzü fizği mimikleri merak ettim :)