31 Ekim 2012 Çarşamba

SON SİGARA..! (1.Bölüm) (YENİDEN - HİKAYE)

Arkadaşlar "Son Sigara" hikayesini baştan, ufak düzeltmeler yaparak yayınlamaya bu gün itibari ile başladım. Yorumlarınız benim için çok önemli ve değerlidir. Arkadaşlarınıza da okumaları ve düşüncelerini bildirmeleri hakkında tavsiyede bulunursanız çok ama çok sevinirim. Şimdiden hepinizin gözlerine ve yüreğine sağlık. Sevgiler..




EKİM - 2010
Hafif hafif yağmur çiseliyordu, sahil kenarında ki durakta elinde pejmürde valiziyle beklerken. Deli deli ve sert esen rüzgâr birden içini ürpertti, deri ceketinin yakalarını kaldırdı. Islanmış saç uçlarının değdiği ensesi her zamankinden daha çok üşüyordu. Hayret etti, şehrin olanca gürültüsü nasıl oluyordu da duyulmuyordu bu gün?
Bu sessizlik kulaklarını tırmalarken kolları üşüdü, kalbi daraldı, bunu düşünür düşünmez tarifi mümkün olmayan bir acı gelip tokat gibi çarptı yüreğine.
Gözlerinin dolduğunu fark etti, şaşırdı sabahtan beri onca ağlamanın ardından hala kirpiklerini ıslatacak kadar gözyaşı kalmıştı..
Göz kapaklarını kırptı bir kaç defa ve göz bebeklerine bastıran hüznü bertaraf etmeye çalıştı. Kafasını iki yana salladı, ellerini ıslanmış saçlarının arasında gezindirdi.

Canı her zaman ki gibi sigara çekti, eli gayri ihtiyarı cebine gitti. Akşam bir hışımla cebine soktuğu kağıdı buruşmuş sigara paketini eline aldı, uzun uzun baktı, kapağını açtı, içinde yarısı içilmiş ve söndürülmüş bir sigaradan başka hiç bir şey yoktu.
İçinden deli gibi bir ses onu yakıp içmesi gerektiğini haykırsada içmeye kıyamadı, içinden fışkıran bu isteğine karşı gelip sigara kutusunun kapağını kapattı ve tekrar cebine koydu.

Önünden gelip geçen otobüslerin hiç birine binmedi, kendine korna çalıp duran taksilere de aldırış etmedi. Kaç saattir oradaydı bilmiyordu. Eli, cebine koyduğu sigara paketinin üzerinde öylece bekliyordu neyi beklediğini bilmeden.
Bu gün bu şehirde kimsesiz, sessiz, çaresiz ve tarifsizdi Bora, içi yanıyordu!
Her şey onunla yine bu durakta başlamış ve yine her şey onunla son bulmuştu..

...

NİSAN - 2004

Ilık bir bahar akşamı aniden bastıran yağmurdan kaçıp, koşar adımlarla neşeli bir şekilde bu durağa sığınmıştı. Ve canı yine sigara çekmişti, paketini cebinden çıkarmış içinden aldığı tek dal sigrayı dudakları arasına sıkıştırmıştı.
Biraz arandıktan sonra cebinden çıkardığı çakmağı yakmaya çalışmış ama ıslanan çakmağın yanmadığını görünce sinirlenip yolun karşısına fırlatarak arkasından kısık bir sesle küfretmişti. İçinden şimdi ne yapacağım diye düşünürken gayrı ihtiyari;
-"Offfff yaa" diye söylendi kendi kendine. Kendisini yarı yolda bırakan çakmağının arkasından sinirli bakışlarla öylece bakarken beynine bastıran sigara içme isteği ile içinden bir müddet daha söylendi. 

-"Çat!"

Arkasından gelen çakmak sesini duyunca bir an korkup sendeledi. Yavaşça ve tedbirli bir şekilde arkasına döndüğünde işte o an orada durağın bir köşesine sinmiş, sırılsıklam ıslanmış bir şekilde beklerken gördü onu. Elinde ki çakmağı yakmış ve ona uzatıyordu.

Aklına hücum etmiş sigara içme isteği içinde önce baştan aşağı süzdü onu, üstünde buz mavisi kirli bir elbise ve kot bir ceket vardı. Saçlarını solgun ve çiçekli bir bandana yardımıyla geriye itmişti.
Saçları ıslaklığın da etkisiyle beline kadar uzanıyordu. Düz saçlarının bal rengi, yağmurun etkisiyle ıslanarak hafif koyulaşmıştı.
Yüzü bembeyazdı, yanakları hafif pembeleşmiş, koyu deniz yeşili gözleri ise kızarmıştı.
Bora onu inceden inceye bakışlarıyla süzerken kız aniden irkildi, elinde ki valiz yere düşerken cılız bir sesle sadece -"Ahh.." dedi. Kızın elinde ki valiz yere düştüğünde hiç ses çıkarmamıştı. Belli ki içinde de çok bir şey yoktu..
Kız, elinde yanan çakmakla o kadar uzun süre beklemişti ki ateşten ısınan çakmak elini yakmıştı. Bora ancak kızın irkilmesiyle kendine gelebildi, zaman kavramından sıyrılmış bu bakışma sürecinden sonra adeta damarlarını tırmalayan sigara içme isteğine yenilip kızın elinden aldığı çakmağı dudakları arasında beklemekten nemlenmiş sigaraya yaklaştırıp yaktı. 

Nefesiyle birlikte içine çektiği duman vücudunda bir anlık adrenalin patlaması yarattı, kaç saat olmuştu içmeyeli bilmiyordu ama bu gün yoğunluktan çok fırsatı olmamıştı o yüzden içine çektiği ilk duman hafif hafif başını döndürmüştü. 
Bir yandan sigaranın kendisinde yarattığı çapkın etkiyi düşünürken aynı anda aklı durağın köşesine sinmiş esrarengiz kızdaydı.

Öylesine güzel ve naif görünüyordu ki, büyüsüne kapılmış bir müddet kendine gelememişti. Sonra birden aklına elinde ki çakmak geldi, kıza uzatırken bir yandan;

-"Merhaba, ben Bora." Dedi.

Kız biraz ürkek, biraz tedirgin Bora'nın elinden çakmağı alırken kendine uzatılan eli hafifçe sıktı. Ürkek bakışlarında ki tedirginlik aynı şekilde dudaklarına yansımış bir edayla cevap verdi kız;

-"Deniz..!" Dedi. Sesi titriyordu, ağlamaktan kızarmış gözlerinden yanaklarına doğru bir iki damla daha süzüldü.
Kızın adeta kanı çekilmiş ve buz gibi soğumuş elini tuttuğunda Bora'nın içi titredi ve nedenini bilmesede kızın elini bırakmadı. Şuan mantığı vücuduna hükmedemiyordu Bora ilk defa istem dışı hareket ederken hem kendine şaşırmış hem de karşısında duran bu kıza öylece bakakalmıştı.
Neden sonra o anda kızın yüzünde ki ıslaklığın yağmurdan değil ağlamaktan olduğunu anladı. Kendini toparladı ve sigarasından derin bir nefes çektikten sonra ne olduğunu soran bir sesle;

-"Deniz.." dedi ve cevabı okumak istercesine kızın gözlerinin derinliklerinde kayboldu.

-".." Deniz hiç cevap vermedi..

Bora ne olduğunu anlamak istercesine bir müddet daha Deniz'in yeşil gözlerinde ki asi denize dalıp gitti.. Kendine geldiğinde kızın hala ağladığını fark etti. Ne yapacağını bilemedi bir an. Kim olduğunu bilmediği ve ömründe ilk defa gördüğü on sekiz-on dokuz yaşlarında olduğu anlaşılan bu kıza karşı içinde tarif edemediği bir şefkat hissi belirdi. Kendini "Deniz" olarak tanıtan bu kızın deniz yeşili gözlerinden sızıp duran damlalar sanki Bora'nın yüreğine akıyordu.

Her şey bir anda olup bitti, Bora elinde olmadan kızı kendine doğru çekti ve sıkıca sarıldı. Bunu neden yaptığını bilmiyordu ama içinden gelen buydu ve yaptığı bu hareketten pişmanlık duymuyordu.

-- Ve ömrü boyunca da bunu yapmayı aklına getirdiği için ALLAH'a şükredecekti. --

Garipti kız hiç direnmedi, ne olduğunu dahi sormadan, usulca kendini çeken bu adama yaklaştı ve başını Bora'nın siyah keten gömleği ile çevrelenmiş geniş göğsüne dayadı, birine tutunmaya öylesine ihtiyacı vardı ki! Başını Bora'nın göğsüne yaslar yaslamaz kendini sıkıca tutan bu yabancının kollarına yığılı verdi bir anda.

(Devam edecek)


Nursalkımın..

30 Ekim 2012 Salı

GEL..!


Gel sevdiceğim,
Kaç yıl geçse de gönlümde hala hüznün yankılanırken gel!
Gel, gel ki bahar solsun gözlerimde,
Gel, gir yüreğime ecel olsun sözlerinde,
Ölüm beni senin sıcaklığında koynuna alsın, gel!
Yeter ki son bulsun bu sana susamışlık,
Son bulsun bu hazan mevsiminde hasret kalmışlık!

Gel, ey adı bende saklı kalan!
Dünüm ilmek ilmek karışırken bu günüme,
Gel, ıstırabın  fermanı acı acı işliyorken gönlüme,
Gel, olsun varsın ruhumda ramak kalsa da ölüme,
Yeter ki sen bulsun yüreğimde ki bu kara delik!
Son bulsun canımdan avaz avaz haykıran delilik!

Gel ey kara gözlü;
Vicdanım hala sensiz ve sessiz!
Gel, açlığına ifşa ruhum hala bakire ve kimsesiz..!

Nursalkımın..

23 Ekim 2012 Salı

GELDİİİ SONUNDA, BAYRAM GELDİ :)


Evvet geldik altı gün tatil için sayılan son saatlere :)

Tatile ve bayrama sayılı saatler kala tüm İslam aleminin mübarek Kurban Bayramını en içten dileklerimle kutlar, hayırlara ve mutluluklara vesile olmasını dilerim.

Bu bayram yardımlaşmayı unutmayalım.  Bu bayram öyle bir bayram olsun ki tüm insanların gözleri mutlu karınları tok olsun..

Ve bu bayramın arefesinde de bol bol dua etmeyi de unutmayalım çünkü gerçekten çok özel bir güne vasıl olacağız yarın.

Şimdiden büyüklerimin ellerinden küçüklerimin gözlerinden öper, iyi bayramlar dilerim...


Dip Not: Arefe gününün Fazileti ile İlgili Bazı Hadisler Aşağıdadır.

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Allah, hiçbir günde, arafe günündeki kadar bir kulu ateşten çok azad etmez. Allah (mahlukata rahmetiyle) yaklaşır ve onlarla meleklere karşı iftihar eder ve: "Bunlar ne istiyorlar?" der."

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Günlerin en efdali arafe günüdür. (Faziletçe) cuma'ya muvafakat eder. O, cum'a günü dışında yapılan yetmiş haccdan efdaldir. Duaların en efdali de arefe günü yapılan duadır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediği en efdal söz de: "Lailahe illallah vahdehu la-şerikelehu" (Allah birdir, ondan başka ilah yoktur, O'nun ortağı da yoktur) sözüdür."

Nursalkımın..

19 Ekim 2012 Cuma

SON SİGARA -- RİCA EDİYORUM BİR BAKAR MISINIZ?




    Bir hikaye yazdım arkadaşlar bilenler bilir. Geçen senenin sonunda eski blogum blogcu.com üzerinden başlamıştım yazmaya ama o sistem üzerinden çıkan sorunlar gerek 6 yıllık adresimi terk etmek olsun yeni bir sisteme alışmak olsun biraz ara vermeme sebep oldu ama çok şükür yıl bitmeden ben hikayeyi bitirebildim. Bu süre uzayınca ve birde blog adresim değişince takip edenler haklı olarak hikayeyi okumayı bıraktı ve ben hikayenin bütünüyle alakalı okur düşüncesi hakkında bilgi edinemedim. Çok sağolsunlar iki arkadaşım dışında insanların düşüncesini öğrenemedim. 
    Bu yüzden izninizle bu hikayeyi baştan itibaren birer günlük arayla tekrar yayınlayacağım.  Biraz acemice bir yazılış tarzı var ama buna katlanır sonuna kadar okur ve fikirlerinizi beyan ederseniz inanın buna çok sevinirim.
    Yazdığım farklı bir şey daha var ama onu bu hikaye kadar kısa tutmayı planlamıyorum. Yaklaşık iki sene önce başladım ve belirli bir yere getirdim. Üstelik onun tarzı farklı fantastik bir hikaye.
    Bu hikayeye gelecek olan yorumlar o kitaba devam etmem için bana büyük ilham kaynağı ve tecrübe olacaktır. Bu yüzden hepinizden bana yardım etmenizi bekliyorum. Eksiklerim, hatalarım nelerse bir bir söyleyin.
   Şimdiden bu hikayeyi okumaya katlanan ve katlanacak olan herkese çok çok çok teşekkür ediyorum. Hikayeyi nasipse bayram tatilinden sonra tekrar yayınlamayı planlıyorum. Bu yazıyı da ufak bir rica olarak yayımlıyorum. 

(Not: Yukarıda ki resim ne alaka diyeceksiniz biliyorum ama ayakkabılar çok hoşuma gitti yaaaa, ama güzel değiller mi sahiden? ) 
                                                                                                                                               Sevgiler..

Nursalkımın..

18 Ekim 2012 Perşembe

SON SİGARA..! ~FİNAL~ // 17. Bölüm





EKİM 2010

Deniz sabah doğan güne gözlerini açtığında içinde ki huzurla yanında uyuyan Bora'ya bir öpücük kondurarak yataktan kalktı. Karnı artık iyice büyümüştü.
Mutlulukla ellerini tabiri caizse burnuna kadar gelen karnının üzerinde gezdirirken gülümsedi.
-"Günaydın meleğim, bu gün nasılsın bakalım." dedi tüm şirinliği ile. O kadar mutluydu ki Deniz, hayat inişleri çıkışları olan ama sevdiğin insan yanında olduğu müddetçe kolaylıkla ilerlediği mutlu bir yoldu onun için.
-"Rabbim sana sonsuz şükürler olsun." dedi minnetle gözlerini yumarken.
Hayat onlara artık yepyeni sayfalar açmıştı. O günü düşündü yine, neredeyse kendine ve sevdiği adama hayatının en büyük acısını yaşatacağı o günü.

...

Gözlerinde yaşlarla durağa doğru yürürken Deniz, Bora'yı öylece yerde bir çocuk gibi ağlarken görünce önce olanca gücüyle oradan kaçıp gitmek istemişti. Sevdiği adamı bu halde, böylesine perişan görmek canını öylesine yakmıştı ki..
Gördüğü manzara karşısında istem dışı bir hareketle geri geri doğru yürürken;

-"Ama bensiz daha iyi olmalısın aşkım.. Lütfen" dedi kendi kendine.

Deniz'in düşüncesine göre o Bora'nın yanında kalmaya devam ettikçe Bora her geçen gün daha da üzülecekti. Ama gördüğü manzara düşündüğünün aksine çok yanlıştı. Buna anlam veremiyordu. Bora'yı, biricik aşkını böylesine acı içinde ve çaresiz görmek canını yakıyordu.

Uzaktan bir müddet izledi sevdiği adamı. Bora bütün gücünü yitirmiş, beti benzi solmuş, perişan görünüyordu. Bir günde on yaş yaşlanmıştı neredeyse. Belli ki canı çok yanıyordu.

-"Artık daha fazla buna dayanamam." dedi Deniz ve arkasını dönüp gitmek için tam bir adım atıyordu ki Bora'nın haykırışları onu olduğu yere çiviledi..

-"Neden gittin Deniz, sensiz nefes alamazdım ki ben, sensizlik bana ölüm demek zaten bilmiyor muydun? Neden.."  diye hıçkıra hıçkıra ağlarken bir yandan da acı acı haykırıyordu Bora.

Deniz duyduğu kelimeler karşısında şok olmuştu. Oysa onun tek istediği, yapmaya çalıştığı tek şey Bora'nın daha iyi, daha mutlu olmasıydı. 
Ama şimdi Bora ölmekten söz ediyordu. O'nun canını bu kadar yakacağını hiç düşünmemişti oysa ki..
Bir yanlışlık olduğunu anlamıştı artık Deniz. Sevdiği adama iyilik değil hayatının en büyük kötülüğünü yapıyordu. Ve bunu daha yeni anlıyordu. Daha fazla dayanamadı, ne Bora'ya ne de kendine bu acıyı çektiremezdi. Evet kendisi bebeğini kaybetmişti ama sevdiği adama bunu yapmaya, onu böyle mutsuz bırakarak gitmeye hatta ölmeye bile hakkı yoktu Deniz'in. Şimdi anlıyordu ki Bora'dan kaçıp gitmek Ona yapabileceği en büyük kötülüktü. Ve derhal buna bir son verip Bora'yı bu acıdan kurtarmalıydı. O'na doğru yaklaştığında Bora ağlamaktan öylesine kendinden geçmişti ki Deniz'in geldiğini fark etmemişti bile. 
Ne diyeceğini bilemedi Deniz, ne demeliydi hangi söz avuturdu parçalanmış bu adamı. Ne söyleyeceğini bilmediğinden ilk tanıştıkları günü anımsayarak cebinde ki çakmağı çıkardı ve uzattı.

....


Deniz tekrar o günü düşünürken gözlerinden sızan yaşlar ellerine damladı. Gözlerini silerken o hatayı yapmadığı için bir kez daha mevlaya şükretti. Bu sefer döktüğü göz yaşları acıdan değil mutluluktandı çünkü.
Son günlerde yine hareketleri kısıtlanmıştı. Artık doğum çok yaklaşmıştı ve üstelik bu sefer sadece bebeği değil kendi hayatı da tehlikedeydi. Ama her şeye rağmen Deniz öyle çok mutluydu ki bunu umursamıyordu bile.
Yavaş yavaş mutfağa doğru gittiğinde masanın üstünde ki kül tablasını gördü, gülümsemesi yüzünde yarım kaldı. Bora'ya sigarayı bırakması için ne kadar ısrar etse de Bora onu bu konu da dinlemiyordu. Özellikle Deniz hamile kaldığından ve hayati tehlikesini öğrendiğinden beri Bora iyice agresifleşmiş ve sigarayı arttırmıştı.
Bu bebeği istemiyordu, bunu Deniz'e defalarca söylemişti. Bir defasında Deniz onu gizlice ağlarken yakalamıştı, Bora küçük bir çocuk gibi ağlayarak,
-"Seni kaybetmekten öyle çok korkuyorum ki, bunu düşündükçe nefes alamayacak gibi oluyorum. Lütfen Deniz bu bebeği istemiyorum, sadece seni istiyorum." demişti.
Deniz bunları düşünürken yine hüzünlendi, aslında Bora kendine göre haklıydı ama Deniz doktorun ve Bora'nın tüm ısrarlarına karşı kıyamamıştı bebeğine. O sevdiği adamın bir parçasıydı. Bu bebek ikisinin mucizeleriydi. Deniz bu bebek için hep o bizim tüm Dünya'mız diyordu..
Dünya'sını nasıl yok edecekti? Deniz yapamamıştı ve şimdiye kadar hafif aksilikler dışında çok büyük sorunları olmamıştı. Biliyordu kızları Dünya doğduğunda Bora'da onu çok sevecekti.
-"Eminim sevecek kızım.." dedi kendi kendine yine karnını yani Dünya'sını severken..


...

Bora uyandığında yanında Deniz'i göremeyince panikledi, Deniz artık iyice ağırlaşmıştı ve yataktan kalkmaması gerekiyordu ama O bir türlü Bora'yı dinlemiyor ve yaramaz çocuk gibi her fırsatta kendine yapacak bir şeyler bulup Bora'yı endişelendiriyordu.

Bora aylardır diken üstünde yaşıyordu. Onu kaybetmekten öylesine korkuyordu ki. Ama Deniz'e baskı yapıp üzmekten korktuğu için çok üstüne gitmemeye çalışıyordu. Bu yüzden kendini sigaraya vermişti iyice üstelik son günlerde çoğalan öksürük yüzünden doktora gittiğinde doktor ona sigarayı bırakmasını aksi taktirde akciğerlerinde sorun oluşmaya başladığını ve bunun kansere kadar gidebileceğini söylemişti.
Deniz bunu duyduğundan beri sigarayı bırakması için daha fazla ısrar ediyordu. Bora bırakmaya çalışsa da bunu yapamadığından son günlerde Deniz'in görmediği yerlerde içmeye özen gösteriyordu.
Akşam yine o kadar çok sigara içmişti ki midesi bulanıyordu şimdi. Birden aklına akşam içtiği sigaraların izmaritleri geldi. Dökmeyi unutmuştu. Bir hışımla yataktan kalkıp Deniz'in henüz görmemiş olmasını umut edip mutfağa gitti.
Ama umduğu gibi olmamıştı, mutfağa geldiğinde Deniz masanın etrafında duran sandalyelerden birine oturmuş elinde kül tablası, gözlerinde hayal kırıklığı Bora'ya bakıyordu.
Bora içinde duyduğu derin pişmanlıkla izah etmek için bir kaç kelime arasa da zihninde sonunda söyleyecek hiç bir şey bulamadı. Sadece
-"Üzgünüm, ama kendime engel olamıyorum." diyebildi, pişmanlığı gözlerinden olduğu kadar kırılgan ve naif sesinden de belli oluyordu. Gerçekten denemişti Bora, ama Deniz'i kaybetme korkusu aklına her gelişinde kaçacak bir yer, sığınacak bir liman gibi görmüştü sigarayı.
İçtikçe rahatladığını sansa bile bu etki çok kısa süreli oluyor ve hemen geçiyordu.

Deniz kızmak istese de yapamadı. Sadece;
-"Ne olur aşkım, seni kaybetme korkusu ölümden beter." diyebildi. Ama daha kelimeler ağzından döküldüğü anda pişman olmuştu. Bora gözlerini diktiği yerden başını kaldırıp buğulu bakışlarla;
-"Biliyorum, seni çok iyi anlıyorum inan bana.." diyebilmişti ağlamasını bastırır bir sesle.
Ama yapamamıştı, gözlerinden boşalan sicim gibi yaşlar eşliğinde hıçkıra hıçkıra yaslandığı duvardan yavaşça kayarak yere oturmuş dizlerini göğsüne çekerek küçük bir çocuk gibi sarsıla sarsıla ağlamaya başlamıştı.
Deniz usulca kocasının yanına oturup onun başını göğsüne bastırarak saçlarını okşamaya başladı. Bir yandan Bora'yı severken bir yandan gözlerinde ki yaşları bastırmaya çalışıyor ama kendine hükmedemiyordu.

Bora, Deniz'in ağladığını görmek istemiyordu. Onu üzmek hiç istemediği bir şeydi bu yüzden kendini toparladı ve yerden kalktı.
-"Özür dilerim bebeğim, her şey için çok özür dilerim.." dedi ve yaşlı gözlerle kendisini izleyen Deniz'i öylece bırakıp hızlıca evden çıktı..

...


Aradan saatler geçmesine rağmen Bora henüz eve gelmemişti, bu süre zarfında Deniz kendini toparlamış, ufak tefek işlerini yapmış ve Bora için pratik ama güzel bir masa hazırlamıştı. İşi bittiğinde üstüne bir şal alarak balkona çıkıp eşini beklemeye başladı. Bu arada aklına harika bir fikir gelmişti. Bora'ya bir mektup yazacaktı, onu ne kadar çok sevdiğini ömrü boyunca hep seveceğini, ne olursa olsun hep yanında olacağını yazacaktı..

Usulca içeri gidip kağıt ve kalem alarak tekrar balkona döndü. İçinden geçenleri elinde ki kalem vasıtasıyla bir bir döktü kağıda Deniz.

Mektubunu "Her Zaman Senin ve Seninle Olacağım Birtanem..!" diye bitirdi. Sonra içeri girdiğinde Bora'nın çıkarken yanına almadığı son bir sigarası kalmış paketi alıp mektubunu içine yerleştirdi. Deniz Bora'nın sigarayı hemen bırakamayacağının farkındaydı. Umarım bu mektup eline geçtiğinde bu içtiği son sigara olur diye geçirdi içinden.

Saatler geçtikten sonra Bora nihayetinde eve gelmişti ama döndüğünde hala perişan haldeydi. Bütün gün aylak aylak dolaşmış ve bulduğu kuytu ve yalnız köşelerde ağlamıştı. Her ne kadar kendini sigaradan uzak tutmaya çalışsa da başaramamış yine de içmişti. Ve bunu yapmak canını daha çok yakmıştı.

Bora çok pişmandı Deniz'i üzdüğü için, kendi çektiği kaybetme korkusunu ve acısını Deniz'e yaşatıp onu kırdığı için. Ama elinden bir şey gelmiyordu.
Üstünü başını değiştirip mutfağa geldiğinde Deniz'i balkonda uyuya kalmış bir şekilde buldu Bora. Yavaşça yaklaşıp yanağından öptü Deniz'i. Deniz usulca gözlerini açıp gülümsedi ve uykulu bir sesle;

-"Hoş geldin Aşkım." dedi.
-"Üşüteceksin aşkım hadi içeri girelim." diye karşılık verdi Bora Deniz'in kalkmasına yardım ederken.
Salona geçtikten sonra uzun bir müddet hiç konuşmadılar. Oturdukları kanepe üzerinde Bora Deniz'e sıkıca  hiç bırakmak istemezcesine sarıldı, başını göğsüne bastırdı tıpkı Deniz'i tanıdığı gün yaptığı gibi. Deniz hiç direnmeden, sıkıca saran kollara bıraktı kendini..

...

Sessizliği ilk bozan Bora olmuştu;
-"Bende bırakmak istiyorum aşkım, söz veriyorum kızımız dünyaya geldiği gün, sen ve ben onu ilk kucakladığımız gün bir daha ağzıma sürmeyeceğim.." dedi.
Deniz'in içi burkulmuştu, aklından 'ya sen kızımızı ve bu hayatı tek başına kucaklamak zorunda kalırsan ' diye geçirdi ama söze dökemedi düşüncelerini. Gözleri bu düşünce ile buğulanmıştı, hiç bir şey demeden başını sevdiği adamın göğsüne daha da sıkıca yumdu. Bir ömür böyle kalsalardı hiç sıkılmazdım diye düşündü.

-"Sen bırakana kadar bende içerim o zaman" deyiverdi Deniz birden. Ağzından çıkan kelimelere öncelikle kendisi de şaşırdı nasıl olduğunu bilmeden tehlikeli bir oyunun içine atıvermişti kendini.
Bu sözleri gerçekten duyduğundan emin olmak istercesine Bora Deniz'in omuzlarından tutarak kendinden biraz uzaklaştırıp karısına baktı.
-"Ne demek istiyorsun Deniz? Bu söylediğine kendin inanıyor musun sen?" dedi sert bir sesle.
Bora belli etmemeye çalışsa da çok kızmıştı. Deniz yavaşça oturduğu yerden kalkıp mutfakta tezgahın üstünde duran ve içinde mektup olan son sigara paketini alıp geldi ve içinde ki sigarayı yaktıktan sonra ağzına götürdü henüz bir nefes çekmişti ki birden öksürmeye başladı, başı öylesine dönmüştü ki olduğu yerde sendeledi.
Bu durum karşısında Bora ne yapacağını şaşırdı her şey öyle ani olmuştu ki sadece öylece izlemişti Deniz'i.
Sonra neden kendine geldi ve ani bir hareketle Deniz'in elinde ki sigarayı aldı. Sigarayı bir hışımla söndürüp kutusunun içine atarak kutuyu cebine koydu.
O kadar çok sinirlenmişti ki Deniz'i usulca kanepeye oturtup hiç bir şey söylemeden koşar adımlarla yine evden çıktı.
Ne yapacağını bilmez bir halde saatlerce yürüdü Bora. Bu kadın hamile haliyle ne yapmaya çalışıyordu böyle kendini öldürmeye niyeti var galiba diye düşündü içten içe kızarken Bora. Öylesine sinirlenmişti ki aslında sinir değildi bu, bir an Deniz öyle öksürürken görünce kendi halini hatırlayıp Deniz için bu durumun ne kadar zor olduğunu anlamasının kızgınlığıydı.
Fark etti ki aslında kızdığı Deniz değil, ona yaşattıkları için kendisiydi. Kendinden geçmiş yürürken ayakları onu sahile getirmişti. Canı öylesine sigara çekmişti ki içinde ki isteği yine durduramaz hale gelmişti. Kenarda boş olan banka oturup elini cebine attığında buruşmuş sigara paketini buldu. Kahretsin diye geçirdi içinden "Yeni aldığım paketi evde unutmuşum" diye mırıldandı. Evden çıkarken yanına hiç bir şey almamıştı. Buruşmuş paketi açtığında içinde Deniz'in içtiği sigaradan başka kalmamıştı. Son sigarayı çıkarmak isterken paketin içinde başka bir şey olduğunu fark etti. parmaklarıyla tutup çektiğinde onun bir mektup olduğunu anladı. Üstünde 'Herşeyime..!' yazıyordu. Yazı Deniz'e aitti. Bora ne yapacağını bilmez bir halde eline aldığı sigarayı yerine koyup paketi cebine attıktan sonra mektubu okumaya başladı..

...

Deniz evde tek başına kalmıştı. Şaşkındı, Bora'yı daha önce bir kez böyle görmüştü o da ilk tanıştıkları zamanlarda kendisini rahatsız eden Halil'i döverken. Ondan sonra bir daha hiç bu kadar sinirli ve öfkeli görmemişti. Kendi kendine bu duruma üzülürken bunun bir çıkış yolu olabileceğini düşündü. Bu oyunu sürdürmeliyim diye geçirdi içinden.

Bora evden bir hışımla çıkarken ceketini almayı unutmuştu. Deniz aradığı şeyi bulacağını tahmin ederek hayatında ilk defa Bora'nın ceplerini karıştırdı.
Umduğu gibi de olmuştu, Bora'nın cebinde üç dört sigarası kalmış sigara paketini alıp salona gittikten sonra sigaraları yakıp masanın üzerine kül tablasının içine yerleştirdi. Önce yanmalarını bekleyecek daha sonra sonuna kadar yandığında sanki içilmiş gibi söndürecekti.
Deniz sigaraların yanmasını beklerken ani bir sancıyla sarsıldı. Sanki canlı bıçaklarla karnı kesiliyormuş gibi hissediyordu. Acıyı hissetmesiyle yere düşmesi  bir oldu. Aynı anda tutunmaya çalışırken çektiği masanın örtüsüyle yanan sigaralarda etrafa dağıldı. Deniz ne yapacağını bilmez bir halde doğrulmaya çalışıyor ama bir türlü bunu başaramıyordu. Acıdan gözleri kararırken etrafını parlak ve sıcak bir şeyin sardığını görüyordu.
Deniz kendine gelmeye başladığında boğucu ve ciğerlerini yakan bir öksürükle yattığı yerden doğrulmaya çalışıyordu. Ne kadar baygın kaldığını bilmiyordu ama kendine geldiğinde tüllerin, koltukların ve halının bir kısmının yanmakta olduğunu, düşerken sigaraların etrafa dağılıp yangına sebep olduğunu anladı. karnında ki sancı hala devam ediyordu ne yapacağını bilmez bir halde kendini mutfağa doğru sürükledi. Mutfak tezgahının üzerinde bulunan telefonu zoraki alarak Bora'nın numarasını çevirdi. Bir yandan sancısı bir yandan nefes nefese kalışı onu daha da dermansız bıraksa da yeniden bayılmamak için tüm gayretiyle uğraşıyordu Deniz. Nihayet Bora telefonu açıp ahizenin diğer ucundan;
-"Alo" dedi.
Deniz son nefesiyle sadece
-"Yetiş.." derken gözleri kapanarak yeniden kendinden geçti.

...

Deniz kendisine geldiğinde loş bir hastane odasında, elleri sevdiği adamın ellerindeydi. Ne kadar zaman geçmişti ne olmuştu bilmiyordu. Tek bildiği şey canı hala çok yanıyordu.
Bora Deniz'in gözlerini açtığını gördüğünde büyük bir heyecanla ayağa kalktı.
-"Doktoru çağırın, lütfen.." diye bağırırken bir o yana bir bu yana savruluyor  ne yaptığını bilmez bir halde odanın içinde dönüp duruyordu. Deniz olanca gücünü kullanıp
-"Aşkım, sakin ol lütfen ben iyiyim." dedi ama söylediğinin aksine hiç iyi hissetmiyordu. O an aklında olan tek şey bebeğiydi. Bora ancak Deniz'in sesini duyabildiğinde biraz sakinleşti ve Deniz'in baş ucuna oturdu.
-"Aşkım lütfen yorma kendini" derken göz yaşlarına hakim olamıyordu. Bir an doktorun söylediği şeyler dolanıyordu zihninde.
Doktor Kerim başını öne eğmiş, gözlerini Bora'dan kaçırıp masasında ki kağıtların üzerinde gezdirirken,  -"Üzgünüm arkadaşım, bebek kurtulsa bile annenin kurtulması mucize olur." dedi üzgün, çaresiz ve yorgun bir sesle.
Doktor Kerim konuşmaya devam ettiyse de Bora gerisini duymamıştı bile. Deniz'den başka hiç bir şey umurunda değildi. Bebeklerinin yaşayıp yaşamaması bile artık onun için hiç bir şey ifade etmiyordu.
Bora aklından bu düşünceleri silmek istercesine kafasını iki yana salladı. Deniz nihayet uyanmıştı işte her şey yolunda gidecek ve bu dünyada her şeyden çok sevdiği kadın yaşayacaktı. Her şey aksini söylese de o buna inanıyordu. Hayır Deniz ölmeyecekti, ölemezdi..

Deniz bir yandan acıyla sarsılırken bir yandan kendisine göz yaşları içinde bakan adama gülümsemeye çalışıyordu. Ne olduğunu bilmese de bir şeylerin yolunda gitmediğinden emindi. Çok vaktinin kalmadığını biliyordu.
Bora yanı başında bir yandan ellerini tutuyor bir yandan da;
-"Lütfen kendini yorma aşkım." diye yalvarıyordu.
Deniz Bora'nın yalvarışlarına karşın son bir şey söylemek istiyordu. Ondan sonra susması gerektiğini hatta ebediyen susacağını biliyordu.
-"Se..se..sevgilim, benim bütün Dünya'm sana emanet. Lütfen ona iyi bak, o senin bu dünyada ki yaşama gücün ve kurtarıcın olacak.." dedi Deniz, olanca bütün gayretini sarf etmesine rağmen son kelimeleri ağzından dökülürken rahatlamış hissediyordu. Neden bilmiyordu ama bedeninde ki sancı kesilmiş ve hafiflemişti. Etrafını ılık bir hava sarıp gözleri Bora'nın aksi ile kapanırken;
-"Seni Seviyorum Herşeyim." diyebildi Deniz. Yüzünde buruk bir gülümseme, elleri sevdiği adamın ellerinde ve ondan sonra her şey kayboldu.

..

-"Bora kendine gel çekil kenara, hemşire hanım hemen şimdi ameliyathaneyi hazırlayın bebeği alacağız. Bora, bırak artık ellerini lütfen." derken doktor Bora dünya da ne olup bittiğini anlamaz bir halde kulaklarında uğuldayan seslerle sanki Deniz'le birlikte canından bir şeyin kopup gittiğini hissediyordu.
Zaman durmuş muydu?
Etrafında ki görüntü bulanıklaşmış ve sanki daha bir yavaşlamıştı her şey. Sesler bir anda kesilmiş etrafında ki dünya sanki çok hızlı ama yine de yavaş hareketlerle ilerliyordu.
Ne olmuştu ki?
Bora'nın bacakların neden tutmuyordu, neden nefes alıp vermek ona bu kadar zor geliyordu. Bir el tutmuş omuzlarından onu sarsıyordu.
-"Abi kendine gel, ne olursun!" ağlayan bir sesle yalvarırken kardeşi Melek son anda hastaneye yetiştiklerini anlamıştı Bora. Ama bu saatten sonra ne fark ederdi ki?
Bora kendi halinden habersiz etrafına bakınırken bir yandan hayatının anlamını bir sedyeye koymuş götürdüklerini, bir yanda kardeşinin kendisine sarıldığını bir yanda annesinin hıçkıra hıçkıra ağladığını görüyordu. Sanki bütün olup bitenleri uzaktan bir filmi izler gibi izliyordu.
Bora birden doğruldu, ne yapacağını bilmiyordu ama içinde bir şey koşarsa, kaçıp giderse buradan belki bütün bu acılardan kaçabileceğini de söylüyordu.
Yapacak başka ne vardı ki zaten Bora koşmaya başladığında hiç bir şey düşünemez bir halde çıktı hastaneden, Melek ve Zeynep Hanım ne yapacağını bilmez bir halde onu durdurmaya çalışsalar da başarılı olamayacaklarını anladıklarında onu bir müddet kendi haline bırakmaya karar verdiler. Bora hastanenin kapısından dışarı çıktığında güneş yeni doğuyordu. İyi de güneşin bu lanet dünya üzerine doğmasının ne anlamı vardı ki artık?
Ne yapacağını bilmiyordu, içinde yanan bir volkan vardı ve patlamak üzereymiş gibi nefessiz bırakıyordu onu.
Saatler sonra ayakları onu evlerine getirmişti. Sadece salon yanmıştı. Geriye kalan her şey sağlam duruyordu. İtfaiyeciler dün akşam yangını söndürdükten sonra etrafa saçılan sigara izmaritlerinden anlaşıldığı üzere çıkan yangına sigaraların sebep olduğunu söylemişti.
Yanan salon çoktan boşaltılmıştı zaten. Bora artık görmek istemiyordu hiç bir şeyi. Ne bu evi ne bu eve dair anıları, ne de Deniz'i..
Tıpkı hayatını mahveden bu yangın gibi beyninde ki tüm anıları yakıp yıkmak ve yok etmek istiyordu. Yatak odasında duran valizlerden birini alıp içine bir kaç eşya koyduktan sonra yine geldiği gibi şuursuz ve koşarak çıktı evden Bora, nereye gideceğini bilmeden koştu yine. Ayaklarında koşacak derman kalmadığında kendini sahil kenarında ki o durakta elinde pejmürde valiziyle beklerken buldu..
Hafif hafif yağmur çiğseliyordu,  deli deli ve sert esen rüzgâr birden içini ürpertti, deri ceketinin yakalarını kaldırdı..
Koşarken ıslanan saç uçlarının değdiği ensesi her zamankinden daha çok üşüyordu..
Bunu düşünür düşünmez tarifi mümkün olmayan bir acı gelip tokat gibi çarptı yüreğine.
Gözlerinin yeniden dolduğunu fark etti, şaşırdı onca ağlamanın ardından hala kirpiklerini ıslatacak kadar gözyaşı kalmıştı..
Göz kapaklarını kırptı bir kaç defa ve göz bebeklerine bastıran hüznü bertaraf etmeye çalıştı.
Canı her zaman ki gibi sigara çekti, eli gayri ihtiyarı cebine uzandı..
Kağıdı buruşmuş sigara paketini eline aldı, uzun uzun baktı..
Kapağını açtı, içinde yarısı içilmiş ve söndürülmüş bir sigaradan başka hiç bir şey yoktu.
İçinden deli gibi bir ses onu yakıp içmesi gerektiğini haykırsa da Bora içmeye kıyamadı, içinden fışkıran bu isteğine karşı gelip sigara kutusunun kapağını kapatarak tekrar cebine koydu..
Önünden gelip geçen otobüslerin hiç birine binmedi, kendine korna çalıp duran taksilere de aldırış etmedi..
Kaç saattir oradaydı bilmiyordu...
Eli, cebine koyduğu sigara paketinin üzerindeydi, tarifsizdi Bora, içi yanıyordu!

Aklına bu paketin içinden çıkan mektuptaki sözler akın ediyordu..

Herşeyim diye başlamıştı bu mektup;

"  Herşeyim, sevdiğim, bana hayat veren varlık,


Biliyorum bu duruma çok üzülüyorsun, ama içimde ki mucize tüm bu üzüntülerini yok edecek inan bana.. O bizim için bu dünyanın en muhteşem şeyi, o bize, sadece ikimize ait bir Dünya, bütün Dünya'mız o bizim.

Ben geçmişimde ki acılarımın, beni kahreden yalnızlığımın tüm tesellisini sende buldum sevgilim, hayat benim için bir kâbusken seninle tanıştığım günden beri rüya oldu, ben ne zaman seni buldum o günden beri bu dünyada ki cenneti yaşıyorum. 
Bir insanın yaşayabileceği tüm mutlulukları fazlası ile verdin bana. Sen bu dünyaya benim için gönderilmiş bir kurtarıcı, bir meleksin. Bende senin için bir melek getirmek istiyorum bu dünyaya. 
Ne olur bir gün olur da o melek bensiz kalırsa sensiz de kalmasın. Ben senden ilk defa ayrılmayı düşündüğümde içimde senden bir parça taşımanın huzuruyla avundum, bir gün olur da sende benden ayrı kalmak zorunda olursan yanında benden olan bir parçanın varlığı ile avun.
Ona şimdiden böyle haksızlık yapma, ne olur onu beni sevdiğin gibi, benim seni sevdiğim gibi sev.
Ben öğrendim ki sevgi karşılık bulduğunda bu dünyada ki en güzel nimetmiş, tüm hayata karşı tek direnme gücü imiş. Beni böylesine büyük bir sevgiyle yeniden hayata bağlayan sen değil miydin?
Şimdi sana yalvarıyorum birtanem, bana verdiğin bu yaşama sevincinden, dünyanın bu en güzel duygusundan kızımızı ve kendini sakın mahrum bırakma... 
Bana verilmiş en güzel hediyem, ne olursa olsun sakın üzülme!  Ben hep seninle olacağım, ölümü anmıyorum bile! Unutma olur da bir gün ben bu bedenden ayrılsam bile; manen senin kalbinde, madden kızımızın suretinde sen ve Dünya'mız sevgiyle yeniden yeşerdiğiniz sürece var olup, yaşayacağım!!! 


Herşeyim, Seni çok seviyorum, her zaman senin ve seninle olacağım"



...

Ve her şeyim diye de bitmişti.

Bora bebekle ilgili hiç bir şey düşünemiyordu ki, doğup doğmadığını dahi bilmiyordu. Hem doğsa bile ona nasıl bakacaktı? Deniz olmadan ona nasıl dokunacaktı?

-"Üzgünüm birtanem, bu isteğini yerine getiremem. O bebekle asla yüzleşemem." dedi kendi kendine. Canı öyle çok yanıyordu ki ne yapacaktı şimdi? Nereye kaçsa bırakırdı bu acı onu? Kalbi sanki parçalara ayrılmış gibi hissediyordu.

Etrafına bakındı akşam olmak üzereydi, durak boştu bir köşeye sindi sessizce, onunla burada ilk karşılaştıkları anı hatırladı. Tam altı yıl olmuştu. Mutluluğun en uç noktasında yaşadığı mükemmel bir altı yıl. Peki o bu kadar mutluluğu görmüşken bundan sonra onsuz daha azına nasıl razı olacaktı? Nasıl yaşayacaktı..

Bora, kendi içinde kaybolup kahırlara düşmüşken telefonu çalmaya başladı. Telefonu eline alıp baktığında arayanın Kerim olduğunu gördü. Ne yapacaktı nasıl açıpta Deniz'in öldüğünü duyacaktı, hayır istemiyordu.
-"Hayır, hayır, hayır!!!" diye bağırdı. Hayır açmayacak ve o kelimeleri asla duymayacaktı.
Sarsılarak ağlamaya başladığında yaslandığı duvar bile üstünde ki yükü taşımasına yardım edememişti. Her şey kararmıştı, yere çökmüş dizlerini göğsüne çekmiş başını kollarına gömmüş hıçkıra hıçkıra ağlarken telefon elinde hala çalmaya devam ediyordu.

Ne olduğunu fark edemeden biri telefonu aldı elinden, onun yerine bir mendil bıraktı. Bora bunu bile umursamamıştı. Hala ağlamaya devam ederken yanında biri konuşmaya başlamıştı.

-"Alo." dedi bir ses.
-"Evet burada öyle biri var." diye konuşmaya devam etti.
-"Bilmiyorum, durağın köşesinde oturmuş ağlıyor yarım saattir. Yani şey ben sadece yarım saattir buradayım, öncesi var mı bilmiyorum." şaşkın ve kırgın bir ifadeyle konuşmaya devam ediyordu hala.
Neden Bora biraz sonra o telefonun kendi telefonu olduğunu anladı ve başını kaldırdı. Karşısında beyaz kaban giymiş kıvırcık saçlı bir kadın yaşlı gözlerle kendisine bakıyordu.
Bora hiç bir şey sormadı, tekrar başını kolları arasına aldı ve ağlamaya devam etti. O sırada kulağına yaklaştırılan ahizeden bir bebek sesi duydu Bora.
Sonrasında ise annesi Zeynep Hanıım'ın sesini..
-"Oğlum, o Deniz'in sana hediyesi, ne olur onu hep böyle ağlatma, geri dön, çünkü bu küçük kızın sana ihtiyacı var." dedi Zeynep Hanım ve o kadın yine telefonu çekip Bora'nın kulağından konuşmaya devam etti.
-"Evet efendim orayı biliyorum, ben orada doktorum. Tamam efendim." dedi ve telefonu kapattı.
Bora yaklaşan ayak seslerinden o kadının yanına geldiğini anladı.
Sesin sahibi Bora'nın eline tutuşturduğu mendilleri aldı ve Bora'nın kafasını olduğu yerden kaldırıp hafifçe gözlerini silerken;
-"Hey senin bu kadar bencil olmaya hakkın yok! Sen sadece O'nsuz kaldın, ama o bebek hem annesiz hem babasız kaldı. Ben eminim o yavrunun annesi böyle bencil bir adamı sevmemiştir." dedi kırılgan ve hüzünlü bir sesle.
Bora hiç bir şey diyemedi kendisini öylece boşluğa bırakmıştı. Kadının söyledikleri kalbine ok gibi saplanırken canını en çok acıtansa "O'nsuz kaldın" olmuştu.
Kadın Bora'yı tutarak çekti ve ayağa kaldırdı, Bora kadının ne yaptığını bilmiyordu, umurunda da değildi ya zaten sadece direktiflere uyuyordu. Önce ayağa kalktı ardından kadın bir taksi durdurup onu da çekerek bindi. Hastaneye geldiklerinde onları Kerim, Melek ve Zeynep Hanım karşıladı.
-"Ah Deniz iyi ki seninle karşılaştı bu şaşkın, yoksa halimiz perişandı." dedi doktor Kerim.
Zeynep Hanım ve Melek bir yandan Bora'ya sıkıca sarılıp onu teselli ediyorlar bir yandan da tutamadıkları gözyaşlarını siliyorlardı.
Hastane kapısından içeri girdiklerinde Bora babası Tevfik Bey'i gördü. Biraz ileride bir sandalyeye oturmuş kucağında ki bebeğe bakarken hem gülümsüyor hem de ağlıyordu. Bora daha onları görür görmez oradan uzaklaşmak istese de koluna giren Melek ve Zeynep Hanım ona izin vermediler.
-"İstemiyorum, bırakın beni." diye haykırıyordu Bora. Hastane bir an sus pus olmuş onlara bakarken yanlarında duran Doktor Deniz çevik bir hareketle öne atıldı ve bebeği Tevfik Bey'in kucağından aldığı gibi Bora'nın önüne getirdi ve uzattı.
-"Nasıl bu kadar acımasız olabilirsin, onun henüz bir adı bile yok." dedi.
Bora şaşkındı, bu kadın hangi cür'etle bunu yapıyordu anlamadı. Ne olduğunu kendisi bile anlamadan;
-"Dünya!" deyiverdi.
Herkes şaşkındı, doktor Kerim bir an onun aklını kaçırmış olabileceğini bile düşündü. Ama gerçek öyle değildi. Bora doktor Deniz'in uzattığı bebeği kucağına alırken;
-"Onun adı Dünya." dedi. Bunu yaptığına kendisi bile inanmıyordu. Nasıl olmuştu da kollarını uzatıp onu kucağına almıştı. babası kendinden geçmiş ağlarken bir yandan da
-"Onun adı Dünya.." diye tekrarlarken gülümsemişti Dünya bebek, tıpkı annesi gibi..
Bora kızına yaşlı gözlerle kızına bakarken;
-"Affet beni bebeğim." Dedi ve küçük bebeği öperken
-"O bizim Dünya'mız.." dedi..

...

EKİM 2012

-"İyi ki doğdun Dünya.."
Herkes hep bir ağızdan söylerken Dünya etrafında ki kalabalıktan şaşkın sadece gülüyor ve onları alkışlıyordu. Doğum günü kutlamasını onun için kalabalık bir oyundu. Bora bir yandan güzeller güzeli minik kızını tutuyor bir yandan da onu öpüp kokluyordu.

-"Hadi bakalım üfle küçük Dünya.' dedi neşeli bir sesle pastayı getiren doktor Deniz. Minik dünyanın pastasının üstünde çiçekler böcekler ve iki tane de mum vardı. Minik Dünya bu yıl ikinci yaşını kutluyordu.

Dünya babasıyla birlikte mumları üflerken Bora'nın gözlerinden ister istemez bir damla yaş süzüldü. Ama iyi biliyordu ki Deniz şimdi onların yanında ve mutluydu. Bora bir an derinlere dalmışken daha ne olduğunu anlayamadan minik Dünya elini pastaya batırdığı gibi babasının yüzüne sürmüş ve babasının yüzüne bulaşan pastayı yalamaya başlamıştı. Bu arada ne dediği anlaşılmasa da;
-"Immm baba.. pata." deyip kendi kendine bir yandan oynuyor bir yandan da minik kahkahalar eşliğinde babasının yüzünde ki pastayı yalamaya devam ediyordu. Manzara öylesine komik görünüyordu ki bu duruma önce Bora sonra orada bulunan tüm kalabalık kahkahalarla gülmeye başlamışlardı.
Bu arada doktor Deniz, küçük Dünya'nın ellerini silerken bir yandan da
"Hadi hediyeleri açalım mı? Ne dersiniz." dedi keyfi yerinde olan kalabalığa.
Herkes bu fikri çok sevdi ve sırasıyla yanlarında getirdikleri hediyeleri verdiler bir bir. Kiminden güzel güzel oyuncaklar kiminden de birbirinden şeker elbiseler çıktı. Herkes en güzelini almıştı minik Dünya için.
En son doktor Deniz kendi aldığı hediye paketini çıkardığında herkes merakla bekliyordu. Neredeyse minik Dünya'nın boyundaydı paket. Deniz hediyeyi uzatırken Bora'ya
-"Bu hem Dünya hem de senin için." dedi.
-"Teşekkür ederiz Deniz ablası." diye karşılık verdi Bora hediyeyi alırken. Bu sırada Dünya da
-"Abba, Diniş abba." diye söyleniyordu kendi kendine. Herkes biliyordu küçük Dünya'nın doktor Deniz'e olan sevgisini. Ama karşılıklıydı bu sevgi. Daha onun annesiz bir bebek olduğunu öğrendiği günden bu yana sahiplenmişti doktor Deniz bu küçük kızı. Onun annesi olamayacağını iyi biliyordu ama annesinin yokluğunu aratmamak için elinden geleni yapacağına söz vermişti  anne Deniz'e o ilk gün.
...
O gün Bora'yı alıp hastaneye gittiğinde Bora biraz sakinleşip uyuduktan sonra Zeynep Hanım tüm olanları anlatmıştı doktor Deniz'e. Doktor Deniz bu aşka ve olanlara öylesine üzülmüştü ki o gün anne Deniz'e yürekten söz vermişti Dünya ve Bora'yı hiç yalnız bırakmayacağına dair.
...
Doktor Deniz bunları düşünürken Bora'nın sesiyle kendine geldi;
-"Evet kızım, hadi açalım hediyeni." diyordu Bora neşeli bir sesle. Baba kız güzelce açtıklarında paketi içinden çıkan hediye orada ki herkesi bir anda hüzünlendirmişti. Paketin içinden süslü bir çerçeve içinde Bora ve Deniz'in balayında çektirdikleri çok güzel bir resim çıktı. Üstelik kucaklarına da kızları Dünya'nın bir resmi montajlanmıştı. Bora öylesine şaşırmış ve hüzünlenmişti ki. Ama içinde bir yerlerde bir şey bir o kadar sevmişti bu hediyeyi.
Minik Dünya daha resmi görür görmez sarılıp bir öpmeye başlamıştı.
-"Anne Diniş..! Anne Diniş ve Düyya buyada" derken herkes sus pus olmuştu.

Doktor Deniz pedagogdu  Doğduğu günden beri Dünya ile ilgileniyor ve ona annesi Deniz'i tanıtıyordu. Onun ne muhteşem bir annesi olduğunu bilmesini istiyordu.
Bora kızının annesi tanıması karşısında öylesine şaşırmıştı ki yaşlı gözlerle doktor Deniz'in gözlerine bakıp;
-"Teşekkür ederim." diyebilmişti sadece.
-"O'nun annesiyle bir resmi olsun istedim." dedi doktor Deniz huzur dolu bir sesle. Ardından gözlerinden damlayan yaşlar eşliğinde konuşmaya devam etti
-"Oooo böyle sulu gözlülük yapacağınızı bilseydim bir de palyaço montajlatırdım arkanıza." dedi ve minik Dünya'nın yanına kocaman bir öpücük kondururken,
-"İyi ki doğdun miniğim." Dedi.

Bora kızını ve doktor Deniz'i uzaktan izlerken şimdi iyi biliyordu ki Onun gibi bir hediyeyi bir iyilik meleği yollamıştı Dünya'sıyla ona ve bu melek Sevdiği kadın Deniz'den başkası olamazdı...





Evet uzun bir aradan sonra nihayet finalini yazabildim. Mutlaka hatalarım olmuştur, umarım beklentilerinize layık bir final olabilmiştir. Şimdiden okuyan herkese çok teşekkür ederim. Lütfen fikirlerinizi açıkca beyan etmekten çekinmeyin. Her bir düşünce bu yolda atacağım adımda bana çok yardımcı olacaktır. Sevgiler efendim..

Nursalkımın..

16 Ekim 2012 Salı

ÇOK ACIDI..!



Yine rüyalarıma düştü geceleri yüzün,
Geldi oturdu yine yüreğime garip bir hüzün..
Adın yitik bir hece oldu yine dudaklarıma,
Göz yaşlarım eşlik etti dün gece anılarıma..

Zaman eritip giderken "an"ı koynumda,
Acılar nasılda sinsice oynuyor böyle ruhumla..
Geçip giderken yüreği kırık bir kuş kapımdan,
Ben bolca keder biriktirdim yamalı avuçlarımla..

Oysa ben seni önceki gün unuttum sanmıştım,
Oysa ben seni bu yürekten defalarca çıkarmıştım,
Oysa kalbimin kapılarına mühürler vurup kapatmıştım..
Nereden geldin de düştün yine gecelerime!
Nereden geldin de düştün yine gözlerimde ki damlalara..

Acı veriyor bana hala hatıraların, 
Hala ağlatıyor varlığımda ki yokluğun,
Hala kanatıyor düşlerimde gülüşün!

Neden seni bu kadar sevdim?
Neden gözlerim de hala o deli gözlerin?
Neden kulaklarımdan silinmiyor bir türlü sesin?

...

Dün gece yine düştün ya rüyalarıma,
Gecemi böldü gözlerin,
Gecenin sessizliğini böldü hıçkırıklarım!
Ruhumu parçaladı hayalin,
Akarken göz yaşım yastıklara,
Ağladım, ağlarken uyuya kaldım..
Dün gece delice kaçarken senden rüyamda,
Beni böyle perişan görme istedim!
Sensizliğin yüreğimde hala yaktığını bilme istedim!
Aklında benden güçlü bir resim kalsın diye yanına gelmedim!
Dün gece varlığından yokluğuna 
Uyandığımda..
Sol yanımda bir şey var ya
ÇOK ACIDIIIIIIIIIII!

Büyüğüm, canım yanıyor!

Nursalkımın..

15 Ekim 2012 Pazartesi

BEŞ ŞEY Mİ..?


Sevgili arkadaşım Mehtap(TIK) beni kısa ve öz bir mimle mimlemiş ve çantamda, odamda, planlarımda ve hayalimde ki beş şeyin ne olduğunu sormuş,

Dikkat söylüyorum :)
Çantamda Olan Beş Şey;

1-Cüzdan

2-Cep telefonu

3-Bir şişe su (Olmazsa Olmazımdır)

4-Okuduğum kitap (şu an için The Piano)

5-Harici Harddisc :)))) Yaklaşık bir aydır çantamda :)



Bir de yukarıda ki görselde de görmekte olduğunuz gibi çantamda bir krem mutlaka olur :)
Zira ben özellikle sabunla yıkadıktan sonra ellerime krem sürmez isem hiç bir şeye dokunamam. Özellikle bez ve havlu gibi şeylere..

Odamda ki Beş Şey'e gelince;

Ben sadelikten yana olduğum için odamda neredeyse Giyisi dolabından başka bir şey yok.

1-Giyisi Dolabı
2-Takı kutusu (halbu ki hiç takı takamam)
3-Çalar Saat
4-Yatak
5-Küçücük bir resim.

Bu Ay Yapmayı Panladığım Şeylerden Seçmece Beş Şey;

1-Spora yazıldım ama bir türlü salona gitmeyi başaramadım. ALLAH nasip kısmet ederse bu ay gidip başlayacağım.
2-Elimde olan bir projeyi bitirmek.
3-Elimde bekleyen kitapları okumak.
4-Bayramda teyzeme kahvaltıya gitmek, efendim şöyle ki teyzeme kendimi zoraki misafir olarak kabul ettirdim bin bir tehditle :)
5-İstanbul cami ve müzeler turu yapmak.

Almak İstediğim Beş ŞEY;

1-Su'ya düşen fotoğraf makinemi yenilemek :) Resimler birazcık ıslak çıkıyor :P

2-Bilmem ki ?

3-Kurban için şööle besili bir inekçik :) (o alındı tabi işin şakası :))

4-Bilmem ki ?

5-Düşündüm de almak istediğim şimdilik bir şey yok.
Eğer mim'i yarım saat önce yazmış olsaydım eşime telefon almak istiyordum ama onu Gold Bilgisayar'dan yarım saat önce online aldım efendim :)

Efendim benim çantamda, odamda, aklımda ve planlarımda olanlar tabi bunlarla sınırlı değil :)
Dermişim ama çantamda ve odamda ve almak istediklerimde olanlar bu kadar, çantam'ın içi bu resimde görünen 6 objeden mütevellit, genel itibar ile tabi odamın ve hayallerimin ve planlarımın resmini çekemedim :))))).
Amma velakin gel gelelim bu yapılacaklar beş şeyle sınırlı değil tabikine :) Oraya hiç girmeyelim zira değil beş elli beş ile bile kurtaramayız bu maddeyi :)

Şimdi sizlerin çantalarının,odalarının ve planlarının içini görelim :)
Dökünün bakalım!

Her zaman ki gibi bu konunun altına yorum yazanlara bu mimi büyük bir sevgi & merak ile gönderiyorum :)

Sevgiler ve saygılar efendim.


Nursalkımın..

ÖDÜL ALDIM ÖDÜLLENDİM :)

Cim bam bom çatlasın dostlar
Artık benim de bir ödülüm var :)

Sevgili SessizGemi(TIK) beni ödüllendirmiş.
Buradan kendisine çok çok komacan teşekkür eder, ödülümü  büyük bir coşkuyla kucaklar, hepinize de armağan ederim.
Sizlerin sayesinde bu günlere geldim :P (espiridir efendim bura da gülünüz)



Nursalkımın..

10 Ekim 2012 Çarşamba

Sanırım BİLİYORUM!


Hayır yalan söyledim, hiç bir şey bilmediğimden başka bir şey bildiğim yok!
Kendimden geçeli uzun zaman oldu, o günden beri bilmem neden derdim çok!
Tadı var sensizliğin biraz acı, ama karmaşık harflerden oluşan bir adı yok!

Nursalkımın..

9 Ekim 2012 Salı

YAPMA BEE JOE..! (Love Shuffle)


Nereden başlasam ki şimdi?
Bir dizi tavsiye edeceğim size, sürprizlerle dolu..
Çok fazla güleceğiniz, zaman zaman burulacağınız ama hiç sıkılmayacağınız..
Müziklerine, sıcaklığına hayran kalıp içinde olmayı isteyeceğiniz..
Sürekli farklı senaryolar yazıp kafanızda her defasında şaşıracağınız..
Yabancı olduğunuz bir dili öğrenmeyi isteyeceğiniz..
Bir bakmışsınız her şeye "Yapma Be Joe" diye tepki vereceğiniz..
Sonra da kıkır kıkır gülümseyeceğiniz..

Size öyle bir dizi tavsiye edeceğim ki;
Hiç bitmesin isteyeceğiniz ama bitene kadar peşini bırakmadan izleyeceğiniz..
Neden bitti diye neredeyse oturup ağlayacağınız..
Ama düşündükçe içinde geçenleri gözlerinizin ışıldayacağı..
Tebessümün gelip dudak kıvrımlarınıza yerleşeceği..
Ve sayfamda ki akustik halinde duyduğunuz müziğe yakışan sımsıcak bir dizi..



Bir Japon dizisi O, Adı LOVE SHUFFLE (Aşk Karmaşası)
İzleyin, sizi temin ederim ki her saniyesiniseveceksiniz..
Her insanın farklı farklı karmaşalar yaşadığı,
Ama içinin bir köşesinde küçükte olsa iyiliğin mutlaka olduğunu göreceğiniz..
Hatta ilk başta karakterlerin çirkin bile gelebileceği ama
İzledikçe tebessümlerinde parlayan ışıklarla onları inanılmaz harika göreceğiniz..
Bir dizi tavsiye ettim size..

Sevgiler..



PhotobucketPhotobucket

PhotobucketPhotobucket

PhotobucketPhotobucket

PhotobucketPhotobucket

PhotobucketPhotobucket

Nursalkımın..

8 Ekim 2012 Pazartesi

CAN SIKINTISI..


Bu günlerde tuzsuzum biraz ben, tuzsuz salata gibi,
Tadımdan da yenmiyorum yani..
Şekerli salata yenmez ki ???

Salata demişken ben kendilerini çok severim efendim..
Amma sadece yeşilli olanları, yani domatesle ve salatalıkla yapılan tercihim değildir.
Daha çok kıvırcık, beyaz lahana, göbek, maydanoz, marul, Akdeniz yeşillikleri gibi yeşillerden yapılmış salataları severim.
Hazırlamaya üşenmesem bir ömür hiç bıkmadan yerim o salataları, aslında tığ gibi de olurum güzel fikir. :)
Kendime bir ömür bıkmadan bana salata hazırlayacak birini bulsam iyi olur.

Efendim salata denmişken bu aralar ben Kore dizilerine takılmış bulunmaktayım.
Salatanın Kore dizilerini nasıl çağrıştırdığını ben çözemedim, üstelik çözecek olan varsa beri gelsin.
Ama çağrıştırdı işte.
Neyse ne demiştim? Hee Kore dizileri, ya bağımlılık felan yaptı yani bence bu diziyi izlemeden önce DİKKAT bağımlılık yapabilir, zamanınızı çalabilir diye uyarı yapmaları lazım.
izledikçe izleyesim geliyor, seri seri, sezon sezon izliyorum bakalım bu gidişat nereye?
Aceba hayra mı alamet? Bilmiyorum yani bence durum biraz şüpheli..

Bir ara Caponların (Japon) ların dizilerine de baktım onlarda eğlenceli ama Kore yapımları kadar sıcak gelmedi bana..
Zira ben entrikadan, ardı arkası kesilmeyen şansız karşılaşamamalardan, süreklilik arz eden yanlış anlaşılmaların dolaylı oluşan kasvetlerden nefret ederim.
Bu yüzden artık Yalan Dünya hariç Türk dizisi izlemiyorum. Beynim uyuşuyor gibi oluyor yoksa, gözlerimde bir seğirme senarist ve yönetmenlere içtenlikle sövüyorum :)
Hatta diziler yüzünden dizi çöplüğüne dönen televizyonu da izlemiyorum.

Tabi bunun kötü bir yanı yok değil! TV izlemediğim için haber de izlemiyorum, haber izlemediğim için Suriye ile savaşın eşiğinde olduğumuzu neredeyse 4-5 gün sonra öğrendim.
Yuh bana yani, dünyadan bu kadar bi haberim işte.

Nerede ne yaptığımı ben de bilmiyorum ki?

Salata demişken, nasıl beğendiniz mi benim laf salatamı?
Ne olsun işte bol bol can sıkıntısı..
Aaaaaaa, Öyle işte :()

Size biraz tebessüm ettiricem şimdi, şu aşşada ki linke tıklayın tebessüm etmezseniz beni dövebilirsiniz :)

LİNK BU




Nursalkımın..

4 Ekim 2012 Perşembe

Tutulma (TKR)



Hani ben zoraki tutturmuşken yıpranmış bir iple yüreğimin parçalarını birbirine,
Hani uçmasın diye ruhumu bağlamışken bir umut kirpiklerine,
Çaresiz sığınmışken kor misali yakan acılarımdan gölgene..
Sen gelip gururunla çekiştiriyorsun ya! Acımdan, acımdan...
Aklımı sıkmaktan düşüncelerim uyuşuyor..!
Efkarı çeke çeke ciğerlerime, nefesim tükeniyor!
Bilesin, adına yar koyduğum!
Bilesin ki; sabrım taşıyor!
Bilesin, o zaman takatim dağılmamak için beni zor tutuyor!
Bilesin!
İşte o zaman bedenimle canım arasında ölüme ramak kalıyor!


Nursalkımın..

3 Ekim 2012 Çarşamba

ONLARIN SUÇU..!



Gözlerim değil miydi seni ilk görüp seven,
Şimdi yokluğuna onlar ağlasın,
Bana ne..!



Nursalkımın..

2 Ekim 2012 Salı

Uçmak..



Uçmak isterdim sevgili,
Hayallerimin izinden gidip, bir avuç göğe dokunmak,
Ruhundan solumak dünyaya,
Gözlerinden asılı bir damla yaş olmak,
Sen olmak isterdim, senden bir parça olmak..

Özüm sen olsaydın, sözüm gibi..
Gözüm sen olsaydın, tek gördüğüm gibi..
Ben sen olsaydım, sen artık ben olduğun gibi...

Yıllar, yaşlarla yıkanırken,
Zaman böylesine efsuna gizlenip, çetin kozlarını oynarken,
Gelseydin, gelseydin gözlerimde gittiğin bilinmezlerden,
Dönseydim sözlerimin uzanamadığı o yerden..

Can böyle acırken,
Söz böyle yarımken,
Aşk böyle çekilmezken,
Hasret kan gibi sararken damarlarımı..
Gelseydin..

Uçmak isterdim ben,
Uçmak sensizlikten bir parça göğe kaçmak,
Bulut olmak, bulutlarla sana yağmak,
Hava olmak, nefesinle ciğerine oradan da kalbine varmak..
Uçmak..

Nursalkımın..

1 Ekim 2012 Pazartesi

Ve Perde KAPANIR..! (TKR)




Ve perde kapanır uzun uzun soluk alıp verişlerin ardından..
Işık terk edip gider biçimsiz ruhumu!
Orada, soluk borumun ta orta bir yerinde,
Son nefesim tıkanır kalır tarifsiz acılar eşliğinde!
Ölüm gelip oturur yaşamın terk ettiği boşluğun penceresine..
Aslında sonsuz bir huzura erdim belki de..
Evet canımı yakan şeyler nede olsa geride kaldı..
Nede olsa durdu kalbim ruhun boşluklarda süzülüyor..
Birazdan soğuyacak bedenim teammülere uygun şekilde!
Belki içimde ki yangın sönmüştür de külleri savrulurken eser gider her keder benden de!

Artık bahar istemez gözlerim, ve artık hazan açmaz sözlerim..
Nede olsa perde kapandı göz kapaklarında, ölüm hüküm sürüyor topraklarımda!
Acar bir sessizlik sukut oldu kaldı dudaklarımda!

Peki..
Peki bu şey neden gitmiyor hala?
Neden susmuyor içimde ki bu kevaşe ses!
Beden buz gibiyken bu acılar hala neden bu kadar sıcak?

İnsanlar toplanıyor başımda,
-Nasıl bilirdiniz?
-İyi bilirdik..

-Doğru, iyi bilirdiniz..
İç sesim dile geliyor, o an tanışıyorum kendisiyle. Zira dudaklarım kıpırdamadı.
-İyi bilirdiniz, ama iyi değildim. Öylesine çetin bir savaşın kollarındaydım ki, ne yana gitsem, ne yapsam ne etsem içimde ki acı çığlıklar susmuyor, hiç bir uyku unutmak için yetmiyordu.. Ama iyi bilirdiniz siz..
İç sesim sustu, çok garip bir şey bu!

Aralarda bir fısıltı,
-Doyamadan gitti garip..
-Neye doyamadı?
-Hayallere zira..

O an aklımda şimşekler çakıyor;
Dünya, koca dünya bir hayalden ibaret!
Hayal ettiğim kadar varmışım, var olduğum kadar acımış, sızlamışım...
Meğer umut etmeyi bıraksaydım, meğer gözlerimde ki hayal bulutlarını kovalasaydım!
Dünya bu kadar yakamayacakmış canımı!
Ama madem hayal adlı dünyaya doyamadan gitmişim, artık biter bu devasa kurgu!
Ve birazdan yemyeşil bahçeler ardında, saklı şelalelerin şırıltılı sesi, minik kuşların şarkıları eşliğinde karanlığımı aydınlatır..

Gaibden bir ses duyulur o anda;
-Ey gafil hayal etmeyi kes!
İç sesim kekelemeye başlar,
-Ha..Ha..Hayal mi?
Tiz kahkahalar kulaklarımı tırmalıyor!
İç sesim ağlamaklı bir edaya bürünür,
-Yo, hayır ama hani ölmüştüm, hani hayallere doyamamıştım.. Hani kurtulmuştum cebelleş dünyadan!

Tabutum başında gerçekten gözyaşı döken var mı merak ediyorum???
Annem geliyor aklıma, sonra gülen gözlerinin dizginlenmiş sesi beliriyor retinamın karanlıklarında?
Sahi hayal kurarken gördüklerim gerçekten gözlerime yansıyor mu?
Neyse annem demiştim...
-Annem..
Bir de babam var, onun da suskun suskun akıyordur gözyaşları..
Bilirim ben,
-Nereden biliyorsun ki? diye soruyor gaib ses..
Biliyorum aynı acı sahnenin aynı acı tekrarı oynanıyor şu anda..
Bu sahneyi daha önceden biliyorum!

Çocukluğumun izbe duvarlarına kazınan bu görüntüler, bu film..
Hiç unutamadım ki!
Belki ruhumun derinliklerine kocaman yırtıklar açan, boşluklarımın doldurulmaz olmasına neden olan yara!
Duran kalbimden acının sesleri yükseliyor, eyvah o da ne uzuvlarım dile geliyor sanki!
Birden karşımda kırık bir kalp beliriyor, İnanamıyorum, ağzım açık bakıyorum..
-Yeter, bunca yıldır aynı şeyi düşünüp düşünüp beni acıtmaktan yorulmadın mı?
İç sesim kızgın ama hala kırılgan..
-Seni acıtan ben değilim ki? Kaderi ben yazmadım ki.. Hem hatırlayıp duran ben değilim!
Madem bir uzvum benden hesap soruyordu şu anda, bende bir başkasını rahatlıkla suçlayabilirdim..
Kalbimin kırıkları dişleri andırıyor sanki, ve konuşmaya devam ediyor;
-Kimmiş peki?
-Beynim, evet suçlu o! Hatırlayıp duran, sürekli geriye dönen ve o günde kalan o! Oysa ben unutmak için ne çok çabalamıştım!
İnanılmaz ama beynim geçiyor bu defa karşıma, bir cevizi andıran görüntüsü garip ama korkutmuyor beni ve ilginç olgun bir sesi olan beyin cevap veriyor bana?
-Ben mi? Asıl suçlu kalp o sürekli acıyıp durmasa, özlediklerini anmasa ben neden tekrar edip durayım ki?
Sürekli bana sinyal gönderen o.

Acayip ama iki organım karşımda ağız kavgasına tutuşuyor;
Kalp kızgın ama hala kırılgan bir sesle;
-Ben mi? Ben mi kendi kendime acılar çektiriyorum..
Beyin olgun ve bilge bir sesle cevap veriyor.
-Evet, çünkü sen..
Beyin bilge bir sesle devam edecek fakat o anda kulaklarım isyankar ikiz kardeşler misali ortaya çıkıyor..
-Offf! biraz sessiz olun be, sizi dinlemekten yorulduk!
Ben şaşırmış bakarken beynim ve kalbim sinirli sinirli kulaklara bakıyorlar ve bir ağızdan cevap veriyorlar;
-Sanki siz ikiniz çok masumsunuz, bu kavgada en büyük pay sizin?
Kulaklar şaşkın ama kızgın cevap vermek için nefes alıp ağızlarını açmaya yelteniyorlar ki beyin ve kalp lafı ağızlarına tıkıp anlatmaya başlıyor;
-Evet o hüzünlü hikayeleri, şarkıları, sesleri duymasaydınız, hayatta olup bitene sağır kalsaydınız biz bu gün bu kavgayı ediyor olmazdık!

Kulaklar mahcup bir eda takınır ve boyunlarını bükerler;
-Biz, biz isteyerek duymadık ki..

-Evet isteyerek duymadınız belki ama ben sizin duyduklarınız yüzünden konuşup durdum!

-Ne! (Burada sende mi bürütüs demek geliyor içimden)
-Siz.. siz de mi?iç sesim şaşkın şaşkın kekeleyerek soruyor..

Dudaklarım ukalaca bükülmüş bir şekilde, kulaklarımdan hesap soruyor, of ALLAH'ım çıldırmış olmalıyım..
Organlarımın hepsi yarı kızgın, yarı üzgün birbirlerine bakıyorlar, çok garip gözleri yok ama bakıyorlar işte!
Çıt yok..

Bir sessizlik çöktü, ohh nihayet kavga bitti..
Sükut istiyorum ben, sessizlik..
Zaten bu yüzden ölümü seçmedim mi?

Gaibden gelen ses yine alaylı bir şekilde kahkaha atıyor!

İç sesim bu sefer öfkeli;
-Yine ne var!
Ukala ama dobra bir sesle devam ediyor çok bilmiş gaib ;
-Bitti mi sanıyorsun? Bitti mi sence? Senden daha hesap soracak uzuvların yok mu???

İç sesim şaşırıyor,
-Nasıl yani hala bitmedi mi?

Gaib ses o insanı deli eden kahkahasını koyveriyor yine..
Sende sussan biraz gıcık şey! Ne olur sanki , her şey sustu işte..
Bu arada sanırım beni toprağın altına koydular ve gittiler hiç ses gelmiyor..
-Ama bu da ne! üstümde bir ıslaklık var, bu ne şimdi ya.. off bi rahat ölemeyecek miyim ben?
Nereden çıktı şimdi bu nem!

-Onlar senin için ağlayanların gözyaşları..
Gaib ses bu sefer garip ama hüzünlü cevap verdi.

-Ağlayanlar mı? iç sesim bu soruyu sorar sormaz kalbim karşımda garip ama acı çeker gibi bir hal alıyor, eziliyor, büzülüyor.
Ve yine çok garip ama onu hissediyorum!

-Yeter artık ağlamak lafını duymak istemiyoruz!
Ahh, sırada siz vardınız değil mi? gözlerim kanlanmış bir şekilde karşıma dikiliyorlar;
-Ya ne sandın! Bizi bir rahat bırakmadın, ağladın durdun yıllardır, hiç gülmedin! Gülsen bile hep hüzün vardı peşimizde, hep gözyaşları bekliyordu arkamızda, bizimle dalga geçiyorlardı..

-Dalga mı geçiyorlardı..
İç sesim bir çığlık koparıyor!
-Neee, gözyaşları da mı canlıydı?

Yine gaib ses giriyor araya,
-Ne sandın!

-İşte şimdi yandım! diye düşünüyorum ya da ben sadece düşündüm sanıyorum, zira kalbim, gözlerim, beynim, dudaklarım ve kulaklarım aynı anda gaib sesle birlikte cevap veriyor;

-Evet, işte şimdi yandın...!

Nursalkımın..