28 Aralık 2012 Cuma

ÖLMEDİM, YAŞIYORUM :)



Bir arkadaş sitem etmiş,

-Kızım neredesin, yaşıyor musun, öldün mü?  Demiş.

Sağ olsun merak etmiş :)

El-cevap.

-Ölmedim henüz, çok şükür yaşıyorum ama;

Bir ama var ki, işlerden ölü gibi dolanıyorum.

Kayseri'deyim. Buralar soğuk değil..

Ama sabah 9 akşam hatta gece 11-12 çalışıyorum.

Tempom ağır olduğu için blog sayfasına ve arkadaşlarıma vakit ayıramıyorum.

Bir müddet, 3-4 hafta daha sürer bu yoğunluğum.

Ama önümüzde ki hafta düzenli yazmaya başlarım sanırım.

Merak eden, etmeyen herkese sevgiler, saygılar...


Nursalkımın..

23 Aralık 2012 Pazar

Uç Uç Böceği Sorunsalı ve Aklımda ki Soru: 'YOL NE TARAF?'



Uç uç böceğine döndüm resmen!
Bu hafta oradan oraya sürüklüyor beni hayat.
Tebdili mekanda(değişik mekan) ferahlık var biliyorum amma velakin;
Bazen de subüt-ü mekan(sabit mekan) istiyor yürek..
ALLAH'ım ne yetinmez bir kulum ben..
Ne şikayetçi, ne arsızım :(
ALLAH'ım sana sığındım.. Sen bilirsin yüreğimdekini..


Neyse bu postu kısa bir hasbi hal olsun ve benden haber bekleyenlere haber uçursun diye yazıyorum..
Bu gece yalnızlığımla birlikte hislerim Samsun'a düştü..
Üç gündür buradayım, cumadan bu yana hava hep yağmurlu ama İstanbul'a nispeten daha ılık..
Ve benim içimde kopan fırtınalara göre oldukça da durgun..

Yarın sabahın kör noktasında yolum farklı bir şehre düşecek ve orada donacağım biliyorum..
Hatta yarın yolum bir birine uzak üç farklı şehirden geçecek..
Yani yarın ki seslenişim şuan bulunduğum yere oldukça uzak bir yerden olacak..

Ey THY sana sesleniyorum!
Lütfen artık bitir şu aktarmalı mantığını ve istediğimiz her yerden her yere direkt uçabilelim..
Lütfen ama !!!
Kuşlar gibi yani...



Hayırlı yollar bana ve hayırlı geceler size..



Nursalkımın..

20 Aralık 2012 Perşembe

BENİ UNUTMA..! (TKR)



Bir avuç aşk dökülüyor şimdi gözlerimden,
Söyle unuttun mu beni? Ey en sevgili sen..

Nasıl geçip gitti onca hatıra bilmiyorum!
Nasıl kandı yürek sana hala anlamıyorum..
Neden demek geçiyor aklımdan,
Tüm haykırışlar dilimin ucunda..
Hasret ilmek ilmek bir kanaviçe inceliğinde işlemişken özlemlerimin en derinine,
Karanlık böylesine sarmışken dört bir yanımı,
Hatıralarım, gözlerine bir vuruşta esir düşmüşken,
Söyle unuttun mu beni? En sevgili sen..

Yorgun bir sükût, gecelerimi etmişken böylesine sarhoş,
Yalnızlığın, öylesine tiz dokunurken kanıma,
Sensizlik benzemiyorken hiç bir acıya hala bende,
Söyle unuttun mu bizi? Sen en sevgili..

Bir kadere hükümsüz kurban mı edildik? Söylesene..
Ayaklarımıza vurulan prangalar mı eskitti bizi böyle?
Bilmiyorum!
Her gece uğruyor musun düşlerinde yine bana?
Hala hatıralarında yaşıyor mu bu mahzun bakışlarım?
Adım dudaklarında gizli bir sır mı hala?
Bilmiyorum, unuttun mu beni sen? En kara yangınlarda..

Ey bahar kokulu yar;
Zaman öyle bir geçermiş ki anıların üstünden,
İstese de tutamaz ve yenilirmiş insan unutmalara,
Hatıralar, kahpe bir özlemin koynunda üşürken,
Alışırmış insan unutup gidenlere, unutulup yitenlere..

Şimdi ben koyu bir perişanlığın en orta yerinde,
Kanadı kırık bir kuş gibi, titrerken kimsesizliğimle,
Canıma batan her bir kırık lime lime bölerken uykularımı,
Söyle unuttun mu beni? En sevgili, seni bırakıp gittiğim o yerde?

İtirazım yok Sevgili beni yıkışlarına,
İtirazım yok Sevgili erken ayrılışlara,
İtirazım yok Sevgili gözlerimde ki çileli yaşlara..
İtirazım bir tek beni unutmana,
Beni unutma...
Unutama..

Deli deli esen bir rüzgarın yorgun fısıltısında,
Mavi bir gülün suskun, nemli kokusunda,
Aşkımızı döktüğüm gri bir denizin huzurunda,
Eski bir defterin koparılmış yapraklarında,
Mürekkebi bitmiş bir kalemin silik satırlarında,
Yüklemi yitmiş öznesiz bir cümlenin düşük anlamında,
Güneşin bir çılgın misali, esir geceye doğuşunda,
Şafağın en koyu kızıl karanlığında,
Saatin zamana durduğu tam o anda,
Acılar efil efil tutuşurken koynunda,
Yıl da bir defa da olsa: Unutma! Beni hatırla..!

İtirazım yok Sevgili beni yıkışlarına,
İtirazım yok Sevgili erken ayrılışlara,
İtirazım yok Sevgili gözlerimde ki çileli yaşlara..
İtirazım bir tek beni unutmana,
Beni unutma...
Unutama..

Beni yargısız unutulmuşluklara koyma!
Unutursan ölürüm yaşanmışlıklarda!
Unutursan kahrolurum ayazlarda!
Unutursan solarım baharlarda!
Unutursan kefen olur gelinliğim!
Unutursan kara toprak olur kaderim!
Unutma..! Unutama..!

Masumiyetim sensizlikte çürürken böyle, unutma..

Nursalkımın..

17 Aralık 2012 Pazartesi

Düştü-m!




Yürek yorgun düştü artık..
Bu hayat denen yol götürmüyor beni bir yere..
Patikada ki taşlar batarken ayağıma,
Canım yanıyor, canım kanıyor..

Yol yorgunuyum ben, yolsuz bir yolcu..

Nursalkımın..

14 Aralık 2012 Cuma

MiM'Lendim, Şen'Lendim :)



Sevgili Mehtap(TIK) Ve Melek (Göndereni Bilinmiyor)(TIK) arkadaşlarım sağ olsunlar beni mimlemişler. Bu aralar öyle yorgunum+yoğunum ki yazı yazmaya fırsat bulamıyorum ama bu mim hem hoşuma gittiği için hem de blog başı boş, sahipsiz kalmasın diye cevaplamaya karar verdim :) 

Buyurun "Derin Sorular Mim'i" Cevaplarıma :)

1-Mantığın mı yoksa duyguların mı ön plandadır?

Bu soruya her ne kadar mantığım diye cevap vermek istesem de genelde duygularım mantığımı bastırır ne yazık ki.. Beni alt üst eder iş duygusallığa gelince bende mantık falan kalmaz :)


2-Sence insanlar neden mutlu değiller? Neden gözlerinin önündeki mutlulukları görmeyip şükretmesini bilmiyorlar?

İnsanlık ALLAH'ın varlığını tam olarak anlayamadığı ve unuttuğu için mutsuz..

Ve ne yazık ki teknoloji dediğimiz gelişim bize rahatlığı sundukça ve insan nefsi yaradılış fıtratına göre hep daha fazlasına meyilli olduğu için şükretmek yerine hep daha daha diyoruz..


3-Çok fazla para harcayıp keşke almasaydım dediğin bir şey oldu mu ?

 Upss.. Buna cevap vermesem iyi olacak.. Ahh ahh...!


4-Haklı olduğun bir konuda hakkını savunur musun? Yoksa susmak adalet midir senin için?

Annem bana hep derki insan senin karşında haksız olacağına camdan atlasın daha iyi. Anladın sen onu :D

Kendimin ve ya bir başkasının hakkı gasp ediliyorsa elimden geleni ardına koymam. Aman boş ver uğraşmayayım demem diğer insanlar gibi. Sonucunda çok fazla bir şey olmayacağını bilsem bile şikayet edeceğim yasal baş vuru yapabileceğim merciler varsa hiç birinden geri kalmam :)


5-Tok gözlü müsün? Yoksa her şeyim olsun diyenlerden mi?

Bu soruya nasıl cevap verebilirim bilmiyorum. ALLAH'a çok şükür elimdekilerle yetinmeyi biliyorum ama daha fazlasını da istiyorum helal bir şekilde. 

Kim istemez ki..

Daha fazlası için çalışıp çabalıyorum her zaman bende diğer insanlar gibi ama olmuyorsa da isyana varmıyor sonu isteklerimin. Sadece sevgi konusunda elimdekiyle yetinmeyi bilmiyorum. Eğer istediğim bir şey olmazsa  neyse hayırlısı bu kadarmış deyip hakkıma razı oluyorum.
Ama bir konu var ki onda şartlarım değişiyor zira hep daha fazla sevmeyi ve sevilmeyi arzuluyorum, bunda kendime sınır koyamıyorum bir türlü.


Neyse benden böyle işte, yine kafam dolu olduğu için cümlelerim devrik ve karışık. Nedense beynimin yorgunluğu hep cümlelerime yansıyor. Anlamadım bu işi ben.

Her zaman ki gibi bu mimi okuyup yorum yazan herkesi mimliyorum :) 


Hayırlı ve huzurlu cumalar..

Nursalkımın..

11 Aralık 2012 Salı

ANLAYAN'a AYNa..



Bazen hayat telaşesinden başımı kaldırıp nefes almak için geri çektiğimde kendimi, donu veriyor zaman etrafımda..
Ben olduğum yere çivilenmiş öylece dururken, benden geriye kalan her şey gelip geçiyor..

Kimi yeni icatlar bulmanın peşinde, kimi bu günün ekmeğini çıkarıp yavrularına götürme gayesinde..
Kimi birini daha dolandırayım kendi aç karnımı haramla doldurayım düşüncesinde..
Kimi de acaba bu gün hiç kul hakkı yedim mi endişesinde..

Zaman geçmiyor ki, teknoloji dediğimiz makinavari aletler günümüzü daha da kısaltmasın..
Yollar kısaldıkça yolculuklar kısalıyor, yolculuklar kısaldıkça mesafeler daralıyor..
Bir bakmışız dünyanın diğer ucu en fazla iki günlük yol, sürmüyor bile, çoktan bitiyor iki saatlik dünya..!

Şaşırıyorum insanlığa, gün geçtikçe pervasızlaşan bu yaşama ayak uydurmaya çalıştırmak, bu yozlaşmanın içinde duygularımızın törpülene törpülene yok edilmesi kimseyi yormuyor mu benim kadar?

Benim nefesim daralırken bu sisli ve puslu havada, güneşimin etrafını uzunca, gri ve şuh sayılabilecek binalar kapatırken diğerleirnin gözleri aydınlığa hasret acımıyor mu hiç?

Hisler nerede kaldı? Dedikodu yapmak, olmayanı çekiştirmek bu kadar leziz geliyorken bir açın karnını doyurma isteği neden bu kadar itici sayılıyor ve bahanelerle paketlenip çöpe atılıyor?

-Bırak o dilencinin senden daha çok parası vardır diyorlar bazen..
Anlamıyorlar ki o parayı vermeye ihtiyacı olan bizim kalplerimiz, dilencinin ihtiyacı olmasa bile neye yarar? Bizim bu kadar vermeye ihtiyacımız varken..

-Hepsine nasıl yetişeceksin diyorlar bazen de,
Herkes yanındakine uzansa benim hepsine yetişmeme gerek kalmayacak ki?
Hem olsun siz bırakın yetişebildiklerim yeter bana..

Diyorum ya zaman ilerliyor, ben olduğum yerde kalıyorum..

Bir adım atmak isterken önümde ki yola, tökezleyip duruyorum.. Zira önümde ki yol eskidenmiş yerine çoktan merdivenler, kaldırımlar ve yeni binalar inşa edilmiş..



Nursalkımın..

HUZURSUZ..

İçim huzursuz bu gün..
Ellerim yazmaya bile varmıyor..
Bu arada yazarken fark ettim parmağımı kesmişim..
Hayret acımıyor, aldığım ağrı kesicilerden olsa gerek!
Ama önemi yok..
Neyin var ki?



Hiç bir şeyin..

Nursalkımın..

10 Aralık 2012 Pazartesi

BAZEN OLUR YA..



Hani bazen olur ya planlarını/hayallerini ertelemek hatta küllüm yok etmek zorunda kalırsın..
İçinde bir ukde kalır hani, dudaklarından incecik, cılız bir sesle ah diye sızdırırsın çaresizliği..
Bazen tam bu sefer "evvet" derken, keskin bir "Hayır!"la gözlerin dolar gizli gizli...
Hani dudakların mühürlenir, aslında tamam değil demek isterken dil mahkum "tamam" dersin..
İşte öyle oldu bu gün yine !


Nursalkımın..

Şair ÖLDÜ, Şiir Sustu..



Şair ÖLDÜ, Şiir Sustu..


Ve şiir öldü bu gün,
Şairin matemi ruhuna bulaştı.
Ölüm geldi kapıyı çaldı.
Ve şair, şiire küstü!
Şiir defterlere kin kustu.
Ve mısralar, kalemden satırlara gömüldü!
Bir fatiha okuyup ardından, hayat kaldığı yerden devam etti..

Şimdi;
Yangınların külü sıcak,
Kalplerin kırıkları iltihaplı..
Yaşanmışlıkların ruhu taze,
Acılarım Şâd olsun...


Taslaklardan // 25-11.12

Nursalkımın..

6 Aralık 2012 Perşembe

SON SİGARA..! ~FİNAL~ (19.Bölüm / Hikaye)



Deniz, ardında sevdiğini bırakıp gitmekten muzdarip ama ölürken bile onun ve ona ait olarak kalmaktan son defa ölesiye mutlu hissetmişti ve ondan sonra kapanan gözlerinden bir bir silinirken görüntüler, kulaklarında artık Bora'nın haykıran sesi de duyulmaz olmuş ve bir anda ebediyete dair her şey kaybolup gitmişti..

...


-"Bora kendine gel, lütfen geri çekil!!! Hemşire hanım hemen şimdi ameliyathaneyi hazırlayın bebeği alacağız. Bora, bırak artık ellerini lütfen." diye haykırırken Doktor Kemal, Bora, artık hiç bir tepkiyi duyamaz anlayamaz, olmuştu.

Deniz'le birlikte bilinci de uçup gitmişti. Geriye kalan hiç bir şeyin anlamı yoktu artık, hayat sadece Deniz için değil Bora içinde tükenmişti artık.

Kulaklarında uğuldayan anlamsız seslerle, Deniz'in cansız elleri ellerinin arasından kayıp giderken beraberinde sanki canından bir şeyin kopup gittiğini hissediyordu.

Zaman durmuş muydu?
Etraf neden böyle bulanıktı?
Bunca insan neyin telaşındaydı?
Artık yaşamanın ne anlamı kalmıştı?

Etrafındaki görüntü git gide buğulanmış ve sanki daha bir yavaşlamıştı saniyeler. Sesler kuru bir gürültüye karışıp bir anda kesilmiş, anlamsızlaşmış ve etrafında ki dünya sanki çok hızlı ama yine de yavaş hareketlerle kendi akışına kapılmış gidiyordu.

Ne olmuştu ki?

Bora'nın bacakların neden tutmuyordu, neden nefes alıp vermek ciğerlerine batan iğneler misali ona bu kadar acı ve zor geliyordu? Bir el tutmuş omuzlarından onu sarsıyordu.

-"Abi kendine gel, ne olursun!" ağlayan bir sesle yalvarırken kardeşi Melek son anda hastaneye yetiştiklerini anlamıştı Bora. Ama bu saatten sonra ne fark ederdi ki?

-"Abicim, annem de burada bak. Ne olursun kendine gel, bir şey söyle." derken Melek bir yandan ağlıyor, bir yandan Bora'yı omuzlarından tutup kendine gelmesi için sarsıyordu. Melek ne kadar çabalarsa çabalasın Bora sanki onu duymuyormuş gibi hiç tepki vermiyordu. Gözleri bile sönük ve anlamsız bakıyordu.

Bora, kendi halinden habersiz, boş bakışlarla etrafına bakınırken bir yandan hayatının anlamını bir sedyeye koymuş götürdüklerini, bir yanda kardeşinin kendisine sarıldığını, diğer bir tarafta da annesinin hıçkıra hıçkıra ağladığını görüyordu. Sanki bütün olup bitenleri uzaktan bir filmi izler gibi izliyordu.

Oturduğu yerden birden doğruldu, ne yapacağını bilmiyordu ama içinde bir şey koşarsa, bu yerden giderse belki bütün bu acıları burada bırakıp kaçabileceğini söylüyordu.

Yapacak başka ne vardı ki zaten? Bora, daha fazla sorgulamadan koşmaya başladığında hiç bir şey düşünemez bir halde çıktı hastaneden, Melek ve Zeynep Hanım şaşkın bir halde onu durdurmaya çalışsalar bile başarılı olamayacaklarını anladıklarında onu bir müddet kendi haline bırakmaya karar verdiler.

Bora, hastanenin kapısından dışarı çıktığında yağan yağmura inat, güneş önünü kapatan ağaçların ardından nazlı çehresini yeni yeni gösteriyordu. Yaprakların arasından sızan ışıklar gözlerini kamaştırmıştı Bora'nın. Güneş sanki yanaklarından süzülen gözyaşlarıyla alay eder gibi çarpıyordu gözlerine.

İyi de güneşin bu lanet dünya üzerine doğmasının ne anlamı vardı ki artık?

Ne yapacağını bilmiyordu, elinden gelen tek şey ağlamaktı. İçinde yanan bir volkan vardı ve patlamak üzereymiş gibi nefessiz bırakıyordu onu. Biraz durup güneşle de hesaplaştıktan sonra Bora, nereye gittiğini bilmeden yeniden koşmaya başladı.

Saatler sonra ayakları onu evlerine getirmişti. Kapı açıktı. Bora önce bir adım istedi ama ilk denemesi başarısız oldu. Sonra zoraki attı kendini içeri. Etrafına bakındı. Sadece salon yanmıştı. Geriye kalan her şey sağlam duruyordu. İtfaiyeciler dün akşam yangını söndürdükten sonra etrafa saçılan sigara izmaritlerinden anlaşıldığı üzere çıkan yangına sigaraların sebep olduğunu söylemişti.

Yanan salon çoktan boşaltılmıştı zaten. Bu aptal bir dengeydi böyle? Bora, etrafında sağlam ne varsa onlara doğru yöneldi. "Siz neden yanmadınız, neden hala sağlamsınız" diye haykırırken eline geçen ne varsa param parça olana kadar etrafına attı, vurdu, kırdı..

Artık görmek istemiyordu hiç bir şeyi. Ne bu evi, ne bu eve dair anıları, ne de Deniz'i..

Tıpkı hayatını mahveden bu yangın gibi beyninde ki tüm anıları yakıp yıkmak ve yok etmek istiyordu. Dermanı kalmayıncaya kadar eline gelen ne varsa parçaladı. Nihayet yorulup yere düştüğünde yeniden ağlamaya başladı.


Ağladı, ağladı, ağladı..

Kim bilir kaç saat geçmişti, yerde küçük bir çocuk misali bacaklarını karnına çekip, ellerini dizlerine sarıp  zamana inat sadece ağladı..


-"ALLAH'ım neden.. Neden aldın onu benden?". son kalan dermanıyla düştüğü yeri yumruklarken çaresiz haykırmıştı isyanını.
-"Madem alacaktın neden verdin ALLAH'ım.. Neden.." biliyordu, ne kadar ağlasa, ne kadar isyan etse de artık hiç bir anlamı yoktu.


Çaresiz düştüğü yerden kalkıp, yatak odasında gitti. Dolabın üstünde duran valizlerden birini alıp içine bir kaç eşya koyduktan sonra yine geldiği gibi şuursuz ve koşarak çıktı evlerinden Bora, nereye gideceğini, ne yapacağını bilmeden koştu yine. Ayaklarında koşacak derman kalmadığında kendini sahil kenarında ki o durakta, elinde pejmürde valiziyle beklerken buldu..

Hafif hafif yağmur çiseliyordu,  deli deli ve sert esen rüzgâr birden içini ürpertti, üşüdü.. Deri ceketinin yakalarını boynunu örter umuduyla yukarı doğru kaldırdı..

Koşarken ıslanan saç uçlarının değdiği ensesi her zamankinden daha çok üşüyordu.. 
Bunu düşünür düşünmez tarifi mümkün olmayan bir acı gelip tokat gibi çarptı yüreğine..
Bu ürperti soğuktan değildi sadece, ebedi bir ayrılığın yüreğine değmesiydi..

Gözlerinin yeniden dolduğunu fark etti, şaşırdı! Onca ağlamanın ardından hala kirpiklerini ıslatacak kadar gözyaşı kalmıştı..

Göz kapaklarını kırptı bir kaç defa ve göz bebeklerine bastıran hüznü bertaraf etmeye çalıştı.
Canı her zaman ki gibi sigara çekti, eli gayri ihtiyarı cebine uzandı..
Kağıdı buruşmuş sigara paketini eline aldı, uzun uzun baktı..
Kapağını açtı, içinde yarısı içilmiş ve söndürülmüş bir sigaradan başka hiç bir şey yoktu.
İçinden deli gibi bir ses onu yakıp içmesi gerektiğini haykırsa da Bora içmeye kıyamadı, yapamadı!
İçinden fışkıran bu isteğine karşı gelip sigara kutusunun kapağını kapatarak tekrar cebine koydu..
Önünden gelip geçen otobüslerin hiç birine binmedi, kendine korna çalıp duran taksilere de aldırış etmedi..
Kendinden geçmiş öylece beklerken kaç saattir oradaydı bilmiyordu...
Eli, cebine koyduğu sigara paketinin üzerindeydi, hisleri tarifsizdi, içi yanıyordu!

Aklına cebinde ki paketin içinden çıkan mektuptaki sözler akın ediyordu, durmak bilmeksizin..

Herşeyim diye başlamıştı bu mektup;

"  Herşeyim, sevdiğim, bana hayat veren varlık,



Biliyorum bu duruma çok üzülüyorsun, ama içimde ki mucize tüm bu üzüntülerini yok edecek inan bana.. O bizim için bu dünyanın en muhteşem varlığı, o bize, sadece ikimize ait bir Dünya, bütün Dünya'mız o bizim.

Ben geçmişimde ki acılarımın, beni kahreden yalnızlığımın tüm tesellisini sende buldum sevgilim, hayat benim için bir kâbusken seninle tanıştığım günden beri rüya oldu, ben ne zaman seni buldum o günden beri bu dünyada ki cenneti yaşıyorum. 
Bir insanın yaşayabileceği tüm mutlulukları fazlası ile verdin bana. Sen bu dünyaya benim için gönderilmiş bir kurtarıcı, bir meleksin. Bende senin için bir melek getirmek istiyorum bu dünyaya. 

Ne olur bir gün olur da o melek bensiz kalırsa sensiz de kalmasın. Ben senden ilk defa ayrılmayı düşündüğümde içimde senden bir parça taşımanın huzuruyla avundum, bir gün olur da sende benden ayrı kalmak zorunda olursan yanında benden olan bir parçanın varlığı ile avun.

Ona şimdiden böyle haksızlık yapma, ne olur onu beni sevdiğin gibi, benim seni sevdiğim gibi sev.
Ben öğrendim ki sevgi karşılık bulduğunda bu dünyada ki en güzel nimetmiş, tüm hayata karşı tek direnme gücü imiş. Beni böylesine büyük bir sevgiyle yeniden hayata bağlayan sen değil miydin?
Şimdi sana yalvarıyorum birtanem, bana verdiğin bu yaşama sevincinden, dünyanın bu en güzel duygusundan kızımızı ve kendini sakın mahrum bırakma... 

Bana verilmiş en güzel hediyem, ne olursa olsun sakın üzülme!  Ben hep seninle olacağım, ölümü anmıyorum bile! Unutma olur da bir gün ben bu bedenden ayrılsam bile; manen senin kalbinde, madden kızımızın suretinde, sen ve Dünya'mız sevgiyle yeniden yeşerdiğiniz sürece var olup, yaşayacağım!!! 



Herşeyim, Seni çok seviyorum, her zaman senin ve seninle olacağım"



...

Ve her şeyim diye de bitmişti.

Bora, bebekle ilgili hiç bir şey düşünemiyordu ki, doğup doğmadığını dahi bilmiyordu. Hem doğsa bile ona nasıl bakacaktı? Deniz olmadan ona nasıl dokunacaktı?

-"Üzgünüm birtanem, bu isteğini yerine getiremem. O bebekle asla yüzleşemem." dedi kendi kendine. Canı öyle çok yanıyordu ki ne yapacaktı şimdi? Nereye kaçsa bırakırdı bu acı peşini? Kalbi sanki parçalara ayrılmış gibi hissediyordu.

Etrafına bakındı akşam olmak üzereydi, yağmur usanmadan hala yağmaya devam ediyordu. Durak boştu bir köşeye sindi sessizce, onunla burada ilk karşılaştıkları anı hatırladı. Tam altı yıl olmuştu. Mutluluğun en uç noktasında yaşadığı mükemmel bir altı yıl. Peki o bu kadar mutluluğu görmüşken bundan sonra onsuz daha azına nasıl razı olacaktı? Nasıl yaşayacaktı..

Bora, kendi içinde kaybolup kahırlara düşmüşken telefonu çalmaya başladı. Telefonu eline alıp baktığında arayanın Doktor Kerim olduğunu gördü. Ne yapacaktı nasıl açıpta Deniz'in öldüğünü duyacaktı, hayır istemiyordu.
-"Hayır, hayır, hayır!!!" diye bağırdı. Hayır telefon ne kadar ısrarla çalarsa çalsın asla açmayacak ve o kelimeleri asla duymayacaktı.

Sarsılarak ağlamaya başladığında yaslandığı duvar bile üstünde ki yükü taşımasına yardım edememişti. Her şey kararmıştı, yere çökmüş dizlerini göğsüne çekmiş başını kollarına gömmüş hıçkıra hıçkıra ağlarken elinde ki telefon durup durup çalmaya devam ediyordu.

Ne olduğunu fark edemeden birinin telefonu elinden çekiştirip aldığını hissetti, onun yerine bir mendil tutuşturdu telefonu alan el..

Umurunda değildi! Bora, bu duruma bile hiç bir tepki vermedi. Başını kaldırıp bakma gereği bile duymadı.

O ağlamaya devam ederken, çalan telefon sustu ve bir ses konuşmaya başladı.

-"Alo." dedi tanımadığı sesin sahibi.
-"Evet burada öyle biri var." diye konuşmaya devam etti.
-"Bilmiyorum, durağın köşesinde oturmuş ağlıyor yarım saattir. Yani şey ben sadece yarım saattir buradayım, öncesi var mı bilmiyorum." şaşkın ve kırgın bir ifadeyle konuşmaya devam ediyordu sesin sahibi hala.

Neden Bora biraz sonra o telefonun kendi telefonu olduğunu anladı ve başını kaldırdı. Karşısında beyaz kaban giymiş, kıvırcık saçlı minyon tipli genç bir kadın yaşlı gözlerle kendisine bakıyordu.

Bora, hiç bir şey sormadı, tekrar başını kolları arasına aldı ve ağlamaya devam etti. Ta ki o sırada kulağına yaklaştırılan telefonun ahizesinden bir bebek sesi duyana kadar.

Sonrasında ise annesi Zeynep Hanıım'ın sesi yankılandı beyninde..

-"Oğlum, o Deniz'in sana hediyesi, ne olur onu hep böyle ağlatma, geri dön, çünkü bu küçük kızın sana ihtiyacı var." dedi Zeynep Hanım ve o kadın yine telefonu  Bora'nın kulağından çekip kendisi konuşmaya devam etti.

-"Evet teyzeciğim orayı biliyorum, ben orada doktorum. Tamam teyzeciğim siz merak etmeyin." dedi ve telefonu kapattı.

Bora, yaklaşan ayak seslerinden o kadının yanına geldiğini anladı.

Sesin sahibi Bora'nın eline tutuşturduğu mendilleri aldı ve Bora'nın kafasını olduğu yerden kaldırıp hafifçe gözlerini silerken;

-"Hey senin bu kadar bencil olmaya hakkın yok! Sen sadece O'nsuz kaldın, ama o bebek hem annesiz hem babasız kaldı. Ben eminim o yavrunun annesi böyle bencil bir adamı sevmemiştir." dedi kırılgan ve hüzünlü bir sesle.

Bora, hiç bir şey demedi. Kendisini öylece boşluğa bırakmıştı, umurunda değildi ki.

Ama kadının son söyledikleri kalbine bir ok gibi saplanırken canını en çok acıtansa "O'nsuz kaldın" lcümlesi olmuştu.

Kadın Bora'yı omuzlarından tuttu ve ayağa kalkması için bütün gücüyle çekiştirdi. Bora, kadının ne yapmaya çalıştığını bilmiyordu, umurunda da değildi zaten. Ama bedeni anlamsız bir şekilde kendi isteği dışında kadının direktiflerine uyuyordu. Önce ayağa kalktı, ardından kadın bir taksi durdurup onu da çekerek bindirdi.

Taksinin geçtiği yollar tanıdık geliyordu, hastaneye geldiklerinde onları Kerim, Melek ve Zeynep Hanım karşıladı.

-"Ah Deniz iyi ki seninle karşılaştı bu şaşkın, yoksa halimiz perişandı." dedi Doktor Kerim.

Zeynep Hanım ve Melek bir yandan Bora'ya sıkıca sarılıp onu teselli ediyorlar bir yandan da tutamadıkları gözyaşlarını siliyorlardı.

Hastane kapısından içeri girdiklerinde Bora, babası Tevfik Bey'i gördü. Biraz ileride bir sandalyeye oturmuş kucağında ki bebeğe bakarken hem gülümsüyor hem de ağlıyordu. Daha onları görür görmez oradan uzaklaşıp kaçmak istese de koluna giren Melek ve Zeynep Hanım ona izin vermediler.

Annesi ve kız kardeşinin kollarından kurtulmaya çalışırken;
-"İstemiyorum, o bebeği görmek istemiyorum bırakın beni." diye haykırdı birden. Hastane bir an sus pus olmuş onlara bakarken yanlarında duran Doktor Deniz çevik bir hareketle öne atıldı ve bebeği Tevfik Bey'in kucağından aldığı gibi Bora'nın önüne getirdi ve uzattı.

-"Nasıl bu kadar acımasız olabilirsin, onu nasıl sahipsiz bırakabilirsin? Henüz bir adı bile yok." dedi.

Bora, şaşırdı. Bu kadın hangi cür'etle bunları yapıyordu anlamadı. Ama Bora ağzından çıkana kendisi bile anlam veremeden;

-"Dünya!" deyiverdi.

Herkes şaşkındı, Doktor Kerim bir an onun aklını kaçırmış olabileceğini bile düşündü. Ama gerçek öyle değildi. Bora, Doktor Deniz'in kendisine doğru uzattığı bebeğe ellerini uzatıp küçücük ellerini tutarken;

-"Onun adı Dünya." dedi tekrar gözlerinden boşalan yaşlar minik kızın ellerine düşerken. Bunu yaptığına kendisi bile inanmıyordu. Nasıl olmuştu da kollarını uzatıp ona dokunmuş hatta kucağına almıştı. Babası kendinden geçmiş ağlarken bir yandan da;

-"Onun adı Dünya.." diye tekrarlarken, gülümsemişti Dünya bebek,

Bora, kollarında duran bu küçük varlığın gülümseyen yüzüne baktığında onun tıpkı annesi gibi olduğunu fark etti. İçini büyük bir pişmanlık kaplamıştı, "bunu sana nasıl yapabildim" diye düşündü. İçini kaplayan pişmanlıkla ve yaşlı gözlerle kızına bakarken.;

-"Affet beni bebeğim." Dedi ve küçük bebeğin minik ellerine küçük bir öpücük kondurup;

-"O bizim Dünya'mız.." dedi..

...

EKİM 2012

-"İyi ki doğdun Dünya.."
-"İyi ki doğdun Dünya.."

Herkes hep bir ağızdan söylerken Dünya, etrafında toplanan kalabalıktan şaşkın sadece gülümsüyor ve onları alkışlıyordu. Doğum günü kutlaması onun için kalabalık bir oyundu. Bora, bir yandan güzeller güzeli minik kızını tutuyor bir yandan da onu öpüp kokluyordu.

-"Hadi bakalım üfle küçük Dünya.' dedi neşeli bir sesle pastayı getiren Doktor Deniz. Minik Dünya'nın pastasının üstünde çiçekler, böcekler ve iki tane de mum vardı. Çünkü minik Dünya bu yıl ikinci yaşını kutluyordu.

Dünya, babasıyla birlikte mumları üflerken Bora'nın gözlerinden ister istemez bir damla yaş süzüldü. Ama iyi biliyordu ki Deniz, şimdi onların yanında ve mutluydu.

Babası bir an derinlere dalmışken daha ne olduğunu anlayamadan minik Dünya elini pastaya batırdığı gibi babasının yüzüne sürmüş ve onun yüzüne bulaşan pastayı yalamaya başlamıştı. Bu arada ne dediği anlaşılmasa da;
-"Immm baba.. pata." deyip kendi kendine bir yandan oynuyor bir yandan da minik kahkahalar eşliğinde babasının yüzünde ki pastayı yalamaya devam ediyordu. Manzara öylesine komik görünüyordu ki bu duruma önce Bora, sonra orada bulunan tüm kalabalık kahkahalarla gülmeye başladı.

Bu arada Doktor Deniz, küçük Dünya'nın ellerini silerken bir yandan da;

"Hadi hediyeleri açalım mı artık? Ne dersiniz." dedi keyfi yerinde olan kalabalığa.

Herkes bu fikri çok sevmişti ve sırasıyla yanlarında getirdikleri hediyeleri çıkartıp uzattılar bir bir. Kiminden güzel güzel oyuncaklar kiminden de birbirinden şeker elbiseler çıktı. Küçük Dünya'nın sevenleri onun için en güzelini almıştı her şeyin.

En son Doktor Deniz, kendi aldığı hediye paketini çıkardığında herkes merakla beklemeye başladı. Neredeyse minik Dünya'nın boyundaydı paket. Deniz, hediyeyi uzatırken Bora'ya

-"Bu hem Dünya hem de senin için." dedi.

-"Teşekkür ederiz Deniz ablası." diye karşılık verdi Bora kendilerine uzatılan hediyeyi alırken. Bu sırada Dünya da
-"Abba, Diniş abba." diye babasını taklit etmişti kendince. Herkes biliyordu küçük Dünya'nın Doktor Deniz'e olan sevgisini.

Ama karşılıklıydı bu sevgi. Daha onun annesiz bir bebek olduğunu öğrendiği günden bu yana sahiplenmişti Doktor Deniz bu küçük kızı. Onun annesi olamayacağını iyi biliyordu ama annesinin yokluğunu aratmamak için elinden geleni yapacağına söz vermişti "anne Deniz'e" o ilk gün.

...
O gün Bora'yı alıp hastaneye gittiğinde Bora, biraz sakinleşip uyuduktan sonra Zeynep Hanım tüm olanları anlatmıştı doktor ona. Doktor Deniz, bu aşka ve olanlara öylesine üzülmüştü ki o gün "anne Deniz'e" yürekten söz vermişti Dünya ve Bora'yı hiç yalnız bırakmayacağına dair.
...

Doktor Deni,z bunları düşünürken Bora'nın sesiyle daldığı düşüncelerden kendine geldi;

-"Evet kızım, hadi açalım hediyeni." diyordu Bora, neşeli bir sesle. Baba kız paketi açtıklarında içinden çıkan hediye orada ki herkesi bir anda hüzünlendirmişti. Paketin içinden süslü bir çerçevede Bora ve Deniz'in balayında çektirdikleri çok güzel bir resim vardı. Üstelik kucaklarına da kızları Dünya'nın bir resmi montajlanmıştı ve sanki oda oradaymış gibi yapılmıştı.

Bora, öylesine şaşırmış ve hüzünlenmişti ki ne diyeceğini bilemedi. Ama içinde bir yerlerde, bir şey çok sevmişti bu hediyeyi. O Doktor Deniz'e minnetle bakarken;

Minik Dünya, resmi görür görmez sarılıp öpmeye başlamıştı.

-"Anne Diniş..! Anne Diniş ve Düyya buyada" derken herkes sus pus olmuştu.

Doktor Deniz, pedagogdu.  Doğduğu günden bu yana Dünya ile ilgileniyor ve ona her gün yavaş yavaş annesi Deniz'i tanıtıyordu. Dünya'nın annesinin ne muhteşem bir kadın olduğunu bilmesini istiyordu.

Bora, kızının annesi tanıması karşısında öylesine şaşırmıştı ki yaşlı gözleriyle Doktor Deniz'in gözlerine bakarken;
-"Teşekkür ederim." diyebildi sadece.

-"O'nun annesiyle bir resmi olsun istedim." dedi Doktor Deniz insana huzur veren sesiyle.

Ardından gözlerinden damlayan yaşlara aldırış etmeden konuşmaya devam etti;

-"Oooo böyle sulu gözlülük yapacağınızı bilseydim bir de palyaço montajlatırdım arkanıza." dedi ve minik Dünya'nın yanağına kocaman bir öpücük kondurup,

-"İyi ki doğdun miniğim." Diyerek tüm herkesi neşelendirdi.

Bora, kızını ve Doktor Deniz'i uzaktan izlerken şimdi iyi biliyordu ki "Doktor Deniz" gibi iyi yürekli bir insanı, hediyeyi kızına ve kendisine ancak bir iyilik meleği yollamış olabilirdi. Ve bu melek hayatı boyunca sevdiği kadın Deniz'den başkası değildi...

-"Dünya'yı bana verdğin için teşekkürler meleğim.." 






Evet nihayet finalini de düzelterek yayımlayabildim :) Mutlaka hatalarım olmuştur, umarım beklentilerinize layık bir final olabilmiştir. Şimdiden "neden mutsuz son" dediğinizi duyar gibiyim ama daha ilk bölümü bu son üzerine tasarladığım için değiştiremedim. Ama her son yeni bir başlangıçtır ve hayatta yaşamamız gereken bazı acılar bize değer katar. Şimdiden okuyan, 19 bölümdür bana katlanan herkese çok ama çok teşekkür ederim. Lütfen fikirlerinizi açıkça beyan etmekten çekinmeyin. Yorumlarınız ve eleştirileriniz benim için çok önemli. Her bir düşünce bu yolda atacağım adımda bana çok yardımcı olacaktır.

Saygılar ve sevgiler efendim..

Nursalkımın..

5 Aralık 2012 Çarşamba

SON SİGARA..! (18.Bölüm / Hikaye)


...

Salonda ki kanepenin üzerinde birbirlerine sıkıca sarılmış öylece otururken etrafı saran delici sessizliği ilk bozan Bora olmuştu;

-"Bende bırakmak istiyorum aşkım.. Söz veriyorum kızımız dünyaya geldiğinde, sen ve ben sağ salim onu ilk kucağımıza aldığımız gün bir daha ağzıma sürmeyeceğim.." dedi.

Bora'nın sözleri Deniz'in içi burkmuştu. Aklından ;
'Ya sen kızımızı ve bu hayatı tek başına kucaklamak zorunda kalırsan?' diye geçti ama söze dökemedi aklından geçip gidenleri. 

Gözleri buğulanmış, içine bir hüzün yerleşmişti bu düşünceyle. Ama sadece sustu, hiç bir şey söylemeden, başını sevdiği adamın göğsüne daha da sıkıca bastırdı. Bir ömür, evet koca bir ömür böyle bir birlerinin teninde kalsalardı hiç bıkmaz, usanmazdım bu halimizden diye düşündü. 

"Bir ömür nedir ki?" içine yayılan hüzün dalgası artık her hücresini ele geçirmişti. Kendi ömrü önemli değildi ama sevdiği adamın ömrü uzun olmalıydı!

Deniz, ne cevap vermesi gerektiğini bilmiyordu.

-"Sen bırakana kadar bende içerim o zaman" deyiverdi birden. Ağzından çıkan kelimelere kendisi de şaşırmıştı. Nasıl olduğunu bilmeden tehlikeli bir oyunun içine atıvermişti kendini.

Bora, bu sözleri gerçekten duyduğundan emin olmak istercesine, Deniz'in omuzlarından tutarak kendinden biraz uzaklaştırıp karısının yüzüne baktı.

-"Ne demek istiyorsun Deniz? Bu söylediğine kendin inanıyor musun sen?" dedi titrek bir sesle. İçinde ki kırılganlık ve öfke sesinin tonundan da belli oluyordu.

Her ne kadar belli etmemeye çalışsa da çok kızmıştı. Deniz, yavaşça oturduğu yerden kalkıp mutfak tezgahının üstünde duran ve içine mektup koyduğu sigara paketini alıp tekrar salona geldi. Bora'nın şaşkın bakışları arasında pakette kalan son sigarayı çıkarıp yaktı ve sonra ağzına götürdü, henüz bir nefes çekmişti ki birden sarsıla sarsıla öksürmeye başladı. Sigara dumanı ciğerlerine değer değmez başı öylesine dönmüştü ki olduğu yerde sendeledi.

Bora, gördükleri karşısında ne yapacağını şaşırmış bir şekilde olduğu yerde donup kaldı. Her şey öyle ani olmuştu ki, müdahale bile edememiş sadece izlemişti Deniz'in yaptıklarını.

Sonra neden, kendine geldi ve ani bir hareketle Deniz'in elinde ki sigarayı alıp bir hışımla masadaki kül tablasında söndürdükten sonra kalanını yine Deniz'in elinde ki paketi alıp içine geri attıktan sonra parmakları arasında ezerek kutuyu farkında olmadan cebine koydu.

O kadar çok sinirlenmişti ki, ne yapacağını bilmiyordu. Deniz'i usulca kanepeye oturtup hiç bir şey söylemeden koşar adımlarla yine evden çıkıp gitti. Karanlığın hükmettiği, yer yer açık olan dükkanların ışığı ile aydınlanmış uzun bir caddede kendinden geçmiş bir halde saatlerce yürüdü . 

"Bu kadın hamile haliyle ne yapmaya çalışıyor böyle? Kendini öldürmeye niyeti var galiba." diye mırıldandı kendi kendine. Öylesine sinirlenmişti ki, dişlerini sıkmaktan çenesi acımıştı! Aslında sinir değildi bu, bir an Deniz'i öyle öksürürken içini kaplayan endişe ve korkunun karışımı bir duyguydu. Deniz'in ona kendi halini gösterdiğinde içinde büyüyen çaresizlikti. Kendi halini hatırlayıp Deniz için bu durumun ne kadar zor olduğunu anlamasının kızgınlığıydı.

Sonra fark etti ki, aslında kızdığı kişi değil, Deniz'e bunu yaşattığı için kendisiydi. Düşünceler içinde, anlamsız bakışlarla yürürken ayakları onu her zaman olduğu gibi sahile getirmişti. Dalgalar hırçın hırçın vururken kıyıya, geçip bir kayanın üzerine oturdu. Elleri ondan bağımsız cebine doğru uzanırken canı öylesine sigara çekmişti ki içindeki isteği yine durduramaz hale gelmişti. Elini cebine attığında daha biraz önce Deniz'le tartışırken  yanına aldığı buruşmuş sigara paketini buldu. Paketi çıkarıp uzun sayılacak bir süre baktıktan sonra;

-"Kahretsin! Yeni aldığım paketi evde unutmuşum." diye mırıldandı. Evden çıkarken yanına hiç bir şey alamamış, kendini zor dışarı atmıştı. 

Bu düşünceler içinde son bir sigara kalmış olması umuduyla elinde ki buruşmuş paketi açtı. İçinde Deniz'in içmeye çalıştığı ama Bora'nın elinden zorla alıp söndürdüğü sigaradan başka kalmamıştı. Çaresiz, o son sigarayı içecekti.  Sigarayı paketten çıkarmak isterken kutunun içinde başka bir şey olduğunu fark etti. parmaklarıyla tutup çektiğinde eline, katlanmış ve içinde bir şeylerin yazılı olduğu anlaşılan bir kağıt parçası geldi. 

Bora, biraz sonra onun bir mektup olduğunu anlamıştı. Üzerinde 'Herşeyime..!' diye yazıyordu. El yazısı Deniz'e aitti. 

Deniz, ona ne yazmış olabilirdi? Bu merak içinde eline aldığı sigarayı içmekten vazgeçip geri yerine koydu ve paketi de cebine attıktan sonra mektubu okumaya başladı..

...

Deniz, evde tek başına kalmıştı. Şaşkındı, Bora'yı daha önce bir kez böyle görmüştü o da ilk tanıştıkları zamanlarda kendisini rahatsız eden Halil'i döverken. Ondan sonra bir daha hiç bu kadar sinirli ve öfkeli görmemişti. Kendi kendine bu duruma üzülürken, bu akşam yaptığı şeyin umutsuzca olsa da bir çıkış yolu olabileceğini düşündü. Bu oyunu sürdürmeliyim, belki bu şekilde Bora'yı o lanet şeyden uzaklaştırabilirim diye geçirdi içinden.

Bora, evden bir hışımla çıkarken ceketini ve diğer eşyalarını yanına almayı unutmuştu. Deniz, aradığı şeyi bulacağını tahmin ederek hayatında ilk defa Bora'nın ceplerini karıştırdı.

Umduğu gibi de olmuştu, Bora'nın cebinde üç dört dal kalmış sigara paketini alıp salona gittikten sonra sigaraları yakıp masanın üzerine kül tablasının içine yerleştirdi. Önce yanmalarını bekleyecek daha sonra sonuna kadar yandığında sanki içilmiş gibi söndürecekti.

Deniz, sigaraların yanmasını beklerken ani bir sancıyla olduğu yerde sarsıldı. Sanki bir sürü bıçakla karnı canlı  canlı kesiliyormuş gibi hissetmeye başladı.Bu delici ağrıyı ikinci kez hissetmesiyle yere düşmesi  bir oldu. Etrafında tutunacak bir şeyler ararken eli masaya gitti fakat Deniz, masayı değil masa örtüsünü tutabilmişti. Eline aldığı örtü Deniz'le birlikte yere savrulurken, örtünün üstünde ki küllükle birlikte yanan sigaralarda etrafa dağıldı. 

Deniz, ne yapacağını bilmez bir halde doğrulup ayağa kalkmaya çalışıyor ama bir türlü bunu başaramıyordu.  Karnında ki sancı öylesine ağırdı ki kendinden geçmiş bir halde, acıdan gözleri kararırken en son etrafını parlak ve sıcak bir şeyin sarmaya başladığını görmüştü.

Kendine gelmeye başladığında boğucu ve ciğerlerini yakan bir öksürükle yattığı yerden doğrulmaya çalıştı. Orada öylece baygın bir halde yatarken ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu ama gözlerini araladığında tüllerin, koltukların ve halının bir kısmının yanmakta olduğunu gördü. 

Düşerken küllüğü devirdiğini ve sigaraların etrafa dağıldığını anımsadığında, baygınken evde yangın çıktığını anladı. Karnında ki sancı hala şiddetli bir şekilde devam ediyordu. Deniz ne yapacağını şaşırmıştı. Zorla da olsa kendini mutfağa doğru sürüklemeyi başarmıştı. 

Mutfağa geldiğinde dolap kapaklarından tutunarak köşeye oturdu ve tezgahının üzerinde bulunan telefona uzanıp aldı. Zorla da olsa tuşlara basıp Bora'nın numarasını çevirmeyi başardı. Bir yandan sancısı bir yandan nefes nefese kalışı onu daha da dermansız bırakmıştı ama yeniden bayılmamak için tüm gayretiyle çabalıyordu. Deniz telefonun sesini dışarı verdi, telefon biraz çaldıktan sonra nihayet Bora ahizenin diğer ucundan;

-"Alo, Deniz" diye seslendi.

Deniz, aşkının sesinin kendisine verdiği güçle son bir gayret sadece;

-"Yetiş.." diyebildi. Biraz sonra gözleri kapanmış ve yeniden kendinden geçmişti.

...

Deniz, kendine geldiğinde loş bir hastane odasında, elleri sevdiği adamın ellerinde yatarken buldu kendini. Ne kadar zaman geçmişti, neler olmuştu bilmiyordu. Tek bildiği şey canı hala çok yanıyordu.

Bora, Deniz'in gözlerini açtığını gördüğünde büyük bir heyecanla ayağa kalktı.

-"Doktor, doktoru çağırın, lütfen.." diye bağırırken bir o yana bir bu yana savruluyor  ne yaptığını bilmez bir halde odanın içinde dönüp duruyordu. 

Deniz, Bora'nın bu çaresiz ve perişan halini gördüğünde içerlemişti. Olanca gücünü kullanıp;
-"Aşkım, sakin ol lütfen ben iyiyim." dedi ama söylediğinin aksine hiç iyi hissetmiyordu. O an aklında olan tek şey bebeğiydi. Ama kocasının bu bitap hali onu çok endişelendirmişti.

Bora, ne yaptığından habersiz bir o yana bir bu yana koştururken Deniz'in sesini duyabildiğinde ancak biraz sakinleşti ve karısının baş ucuna oturdu.
-"Aşkım lütfen yorma kendini" derken göz yaşlarına hakim olamıyordu. Doktorun onun için söylediği şeyler kara bir yılan gibi dolanıp duruyordu zihninde. 

Bora, karısının acı içinde ve feri sönmüş gözlerine bakarken Biraz önce yaptığı konuşma canlanmıştı zihninde;
Doktor Kerim, başını öne eğip gözlerini Bora'dan kaçırarak masasında ki kağıtların üzerinde gezdirirken;
-"Çok üzgünüm arkadaşım, bebek kurtulsa bile annenin kurtulması bu durumda ancak bir mucizeyle mümkün olur." demişti üzgün, çaresiz ve yorgun bir sesle.

Doktor Kerim, bir şeyler anlatıp Bora'yı teselli etmek için konulmaya devam ettiyse de Bora, gerisini duymamıştı bile. Deniz'den başka hiç bir şey umurunda değildi. Bebeklerinin yaşayıp yaşamaması bile artık onun için hiç bir şey ifade etmiyordu.

Bora, aklından bu düşünceleri silmek istercesine kafasını iki yana salladı. Deniz, nihayet uyanmıştı işte her şey yolunda girecek ve bu hayatta her şeyden çok sevdiği kadın yaşayacaktı. Olan bitenler aksini söylese de o buna inanıyordu. 

Hayır, Deniz ölmeyecekti! ölemezdi..

Deniz, bir yandan acıyla sarsılırken bir yandan kendisine göz yaşları içinde bakan adama gülümsemeye çalışıyordu. Ne olduğunu bilmese de bir şeylerin yolunda gitmediğinden emindi. Çok vaktinin kalmadığını biliyordu.

Bora, yanı başında beklerken bir yandan ellerini tutuyor bir yandan da;
-"Lütfen kendini yorma aşkım." diye yalvarıyordu.

Deniz, Bora'nın bütün yalvarışlarına karşı son bir şey söylemek istiyordu. Ondan sonra susması gerektiğini hatta ebediyen susacağını biliyordu. Bu yüzden kendini zorlayıp konuşmaya devam etti;

-"Se..se..sevgilim, benim bütün Dünya'm sana emanet. Lütfen ona iyi bak, o senin bu dünyada ki yaşama gücün ve kurtarıcın olacak.." diyebildi, olanca gayretini ve gücünü harcamış olmasına rağmen son kelimeleri ağzından dökülürken artık rahatlamış hissediyordu. 

Neden bilmiyordu ama bedeninde ki sancı ani bir şekilde kesilmiş ve acıları hafiflemişti. Etrafını ılık bir hava sarmaya başlamıştı. Göz kapakları Bora'nın aksi ile kapanırken;

-"Seni Seviyorum Herşeyim." diyebildi Deniz. Yüzünde buruk bir gülümseme, elleri sevdiği adamın ellerinde.

Kulaklarında yine onun sesi;
-"Deniz, aşkım, bebeğim aç gözlerini. Deniz lütfen. Hayır, hayır olamaz bu. Hayır! Denizzzz!" diye çınlıyordu..



....




Dip Not: Aslında niyetim bu bölümün son olmasıydı fakat, amma ve lakin vaktimin kısıtlı oluşu ve yazının da uzun olması hasebiyle affınıza sığınarak bir bölüm daha uzatmaya mecbur kaldım arkadaşlar. Hakkınızı helal edin, sizi bu şekilde yormuş gibi hissediyorum.

Nursalkımın..

4 Aralık 2012 Salı

Yağmur..



Kendine has melodisiyle camıma vururken çiğ taneleri,
İçimden bir name dudaklarıma değiyor!
"Yağmurum" diyorum,
Yağmurum..

Her bir damla başka başka hatıralara yağıyor sanki,
Tutup zihnimin bir köşesinden, alıp gidiyor düşüncelerimi..

Derken;
Zihnimde açılıyor bir bir perdeler ve yeniden sahnelenmeye başlıyor sana ait anılar..
Anlamıyorum, ben salonda ki tek izleyici oluveriyorum sonra..

Baş rolde sen ve ben..
Ben yağmura özenmiş damlalar yağdırıyorum gidişine,
Sen zihnim puslu merdivenlerine bir bir basarken, yüreğimde eziliyor aşka dairler..
Ve sessizlik hakim aslında,
Sonra acı bir iç çekiş,
Ve yine yağmur,
Ve yine sensizlik,
Ve yine gözlerime eşlik ediyor koca bir sessizlik,

Sonra,
Anlıyorum ki sensizliğimin üstüne,
Yağmur yine puslu bakışlarımdan yağıyor...


Nursalkımın..

3 Aralık 2012 Pazartesi

SON SİGARA..! (17.Bölüm / Hikaye)


EKİM 2010

Yıllar sonra bir sabah Deniz, ılık bir sonbahar sabahı doğan güne gözlerini açtığında içinde ki huzurla yanında uyuyan Bora'ya bir öpücük kondurarak yataktan kalktı.

İlk bebeklerini kaybettikten beş yıl sonra nihayet bünyesi zamanla zorda olsa toparlanabilmiş ve yeniden hamile kalmayı başarmıştı. Son zamanlarda da doğuma az bir zaman kaldığından karnı iyice büyümüştü.

Ellerini tabiri caizse burnuna kadar gelen karnının üzerinde mutlulukla gezdirirken gülümsedi.

-"Günaydın meleğim, bu gün nasılsın bakalım." dedi tüm şirinliği ile. O kadar mutluydu ki Deniz, hayat inişleri çıkışları olan ama sevdiği insan yanında olduğu müddetçe doyulmaz bir huzurla ve sevdiğiyle birlikte vakur adımlarla ilerlediği mutlu bir yoldu onun için. Bunları düşünürken karnında hissettiği tekme ile yeniden gülümsedi.

-"Rabbim sana sonsuz şükürler olsun." dedi minnetle gözlerini yumarken.

Hayat onlara artık yepyeni sayfalar açmıştı. Her sabah yaptığı gibi kendisini hayatın tadından mahrum bırakma gafletinde bulunacağı o günü düşündü yine, neredeyse kendine ve sevdiği adama hayatının en büyük acısını yaşatacağı o günü.

...

NİSAN 2005

Gözlerinde yaşlarla durağa doğru yürürken Deniz, Bora'yı öylece yerde bir çocuk gibi ağlarken görünce önce olanca gücüyle oradan kaçıp gitmek istemişti. Sevdiği adamı bu halde, böylesine perişan görmek canını öylesine yakmıştı ki..

Gördüğü manzara karşısında istem dışı bir hareketle geri geri doğru yürürken;

-"Ama bensiz daha iyi olmalısın aşkım.. Lütfen" demişti kendi kendine.

Deniz'in düşüncesine göre Bora'nın yanında kalmaya devam ettikçe Bora, her geçen gün daha da üzülecekti. Ama gördüğü manzara düşündüğünün aksine çok yanlıştı. Buna anlam verememişti bir türlü. Bora'yı, biricik aşkını böylesine acı içinde ve çaresiz görmek canını yakmıştı.

Uzaktan bir müddet izledi sevdiği adamı. Bora, bütün gücünü yitirmiş, beti benzi solmuş, perişan görünüyordu. Bir günde on yaş yaşlanmıştı neredeyse. Belli ki canı çok yanıyordu.

-"Artık daha fazla buna dayanamam." dedi Deniz ve arkasını dönüp gitmek için tam bir adım atıyordu ki Bora'nın haykırışları onu olduğu yere çiviledi..

-"Neden gittin Deniz, sensiz nefes alamazdım ki ben, sensizlik bana ölüm demek zaten bilmiyor muydun? Neden.."  diye hıçkıra hıçkıra ağlarken bir yandan da acı acı haykırıyordu.

Deniz, duyduğu kelimeler karşısında şok olmuştu. Oysa onun tek istediği, yapmaya çalıştığı tek şey Bora'nın daha iyi, daha mutlu olmasıydı. 

Ama şimdi Bora, ölmekten söz ediyordu. onun canını bu kadar yakacağını hiç düşünmemişti oysa ki..
Yaptığında bir yanlışlık olduğunu anlamıştı artık. Sevdiği adama iyilik değil hayatının en büyük kötülüğünü yapıyordu. Ve bunu daha yeni anlıyordu. 

Sanki Bora'yla birlikte ağlayan yağmurun altında öylece beklerken daha fazla dayanamadı, ne ona ne de kendine bu acıyı çektirmemeliydi. 

Evet kendisi bebeğini kaybetmişti ama sevdiği adama bunu yapmaya, onu ardında böyle mutsuz bırakarak gitmeye hatta ölüp tüm bunlardan tek başına kurtulmaya bile hakkı yoktu Deniz'in. Şimdi anlıyordu ki Bora'dan kaçıp gitmek ona yapabileceği en büyük kötülüktü. 

Ve derhal buna bir son verip hem sevdiği adamı hemde kendini bu acıdan kurtarmalıydı. 

Deniz bu düşünceler içinde yavaş adımlarla yanına doğru yaklaşırken Bora, ağlamaktan öylesine kendinden geçmişti ki birinin ona doğru geldiğini fark etmemişti bile. 

-"Ah benim canım, ben sana ne yaptım böyle.." diye kendi kendine hayıflanırken Deniz, Bora'ya önce ne diyeceğini bilemedi. 

Ne demeliydi? Şimdi hangi söz avuturdu parçalanmış bu adamı.

Aklına gelen ilk şeyi yaptı ve ilk tanıştıkları günü anımsayarak cebinde ki çakmağı çıkardı ve uzattı.

....

EKİM 2010

Deniz, pencereden dışarıya bakıp tekrar o gün yaşadıklarını düşünürken gözlerinden sızan yaşlar ellerine damladı.

O ana kadar ağladığının farkında bile değildi, gözlerini silerken o gün o hatayı yapmadığı için bir kez daha mevlaya şükretti. Bu sefer döktüğü göz yaşları acıdan değil mutluluktandı çünkü.

Doğuma çok az kalmıştı artık bu yüzden son günlerde yine hareketleri kısıtlanmıştı. Üstelik bu sefer çok dikkatli olması gerektiğini biliyordu çünkü geçen sefer sadece bebeğini kaybetmişti ama şimdi kendi hayatı da tehlikedeydi. Ama her şeye rağmen Deniz, öyle mutluydu ki bunu hiç umursamıyordu bile. Kızının doğacağı günü iple çekiyordu.

-"Çabuk gel meleğim." dedi sabırsızlıkla yine karnını severken.

Gözü komedinin üzerinde ki saate takıldığında;
-"Eyvah yine geç kalacak senin tembel baban." diye sessiz bir çığlık koyverdi istemeden.


Bora'yı uyandırmadan önce kahvaltı masasını hazırlamak için ağır adımlarla mutfağa geçti.
-"Acaba babana bu gün ne hazırlasak?" diye kendi kendine düşünürken gözü masanın üstünde ki kül tablasına takıldı. Gülümsemesi yüzünde yarım kalmıştı.

Son günlerde Bora sigarayı iyice abartmıştı. Deniz bu konuda ne kadar ısrar ederse etsin Bora dinlemiyordu. Özellikle Deniz'in hayati tehlikesi olduğunu öğrendiğinden beri iyice agresifleşmiş ve sigarayı tehlikeli bir biçimde arttırmıştı.

Bora, gün geçtikçe içine kapanmıştı. Üstelik bebeğin doğmasını istemiyordu, bunu Deniz'e defalarca söylemişti. Bir defasında Deniz, onu gizlice ağlarken yakalamıştı. Bora, küçük bir çocuk gibi ağlayarak;

-"Seni kaybetmekten öyle çok korkuyorum ki, bunu düşündükçe nefes alamayacak gibi oluyorum. Lütfen Deniz, bu bebeği istemiyorum, sadece seni istiyorum." demişti.

Deniz, bunları düşünürken yine hüzünlendi, aslında Bora kendisine göre haklıydı ama o doktorun ve Bora'nın tüm ısrarlarına karşı kıyamamıştı bebeğine.

Bedeninde günden güne can bulan bu varlık sevdiği adamın bir parçası, ikisinin büyülü bir mucizesiydi. Deniz, kızlarından bahsederken hep "o bizim tüm Dünya'mız" diyordu..

Dünya'sını nasıl yok edebilirdi? Deniz, yapamamıştı ve şimdiye kadar hafif aksilikler dışında çok büyük sorunları da olmamıştı. Biliyordu kızları Dünya doğduğunda Bora'da onu çok sevecekti.

-"Eminim sevecek kızım.." dedi kendi kendine yine karnını yani Dünya'sını severken..


...

Bora, uyandığında yanında Deniz'i göremeyince panikledi, Deniz'in durumu artık iyice ağırlaşmıştı ve neredeyse yataktan hiç kalkmaması gerekiyordu ama o bir türlü Bora'yı dinlemiyor ve yaramaz bir çocuk gibi her fırsatta kendine yapacak bir şeyler bulup Bora'yı endişelendiriyordu.

Bora, aylardır diken üstünde yaşıyordu. Onu kaybetmekten öylesine korkuyordu ki. Ama Deniz'e baskı yapıp üzmekten korktuğu için çok üstüne gitmemeye çalışıyordu. Bu yüzden kendini sigaraya vermişti üstelik son günlerde çoğalan öksürük yüzünden doktora gittiğinde doktoru ona sigarayı bırakmasını aksi taktirde akciğerlerinde sorun oluşmaya başladığını ve bunun kansere kadar gidebileceğini söylemişti.

Deniz, bunu duyduğundan beri sigarayı bırakması için daha fazla baskı yapar olmuştu. Bora, bırakmak için ne kadar çaba harcasa da bunu yapamıyordu. Bu yüzden son günlerde Deniz üzülmesin diye onun görmediği yerlerde içmeye özen gösteriyordu.

Akşam yine o kadar çok sigara içmişti ki şimdi midesi bulanıyordu. Birden aklına akşam içtiği sigaraların izmaritleri geldi. Dökmeyi unutmuştu. Bir hışımla yataktan kalkıp Deniz'in henüz görmemiş olmasını umut ederek mutfağa gitti.

Ama umduğu gibi olmamıştı, mutfağa geldiğinde Deniz, masanın etrafında duran sandalyelerden birine oturmuş elinde kül tablası, gözlerinde hayal kırıklığı Bora'ya bakıyordu.

Bora, içinde duyduğu derin pişmanlıkla zihninde izah etmek için bir kaç kelime aradı fakat sonunda söyleyecek hiç bir şey bulamadı. Sadece

-"Üzgünüm, ama kendime engel olamıyorum." diyebildi, Çaresizliği ve pişmanlığı gözlerinden olduğu kadar kırılgan ve naif sesinden de okunuyordu.

Gerçekten denemişti Bora, ama Deniz'i kaybetme korkusu aklına her geldiğinde kaçacak bir yer, sığınacak bir liman gibi görmüştü sigarayı. İçtikçe rahatladığını sansa bile bu etki çok kısa süreli oluyor ve hemen geçiyordu.

Deniz, ne diyeceğini bilmiyordu.
-"Ne olur aşkım, seni kaybetme korkusu ölümden beter." diyebildi sadece. Ama kelimeler daha ağzından çıktığı anda pişman olmuştu. Bora, pişmanlıkla gözlerini diktiği yerden kaldırıp buğulu bakışlarla ona baktığında;
-"Biliyorum, seni çok iyi anlıyorum inan bana.." diyebildi ağlamasını bastırır bir sesle.

Ama yapamamıştı, gözlerinden boşalan sicim gibi yaşlar eşliğinde yaslandığı duvardan yavaşça kayarak yere oturmuş dizlerini göğsüne çekerek küçük bir çocuk gibi sarsıla sarsıla ağlamaya başlamıştı.

Deniz, usulca kocasının yanına oturup onun başını göğsüne bastırarak saçlarını okşamaya başladı. Bir yandan Bora'yı severken bir yandan gözlerinde ki yaşları bastırmaya çalışıyor ama kendine hükmedemiyordu.

Bora, ensesine düşen ılık damlalardan karısının ağladığını anladı. Artık onu ağlarken ve üzgün görmeye tahammül edemiyordu. Bu yüzden oturduğu yerden kalktı;

-"Özür dilerim bebeğim, her şey için çok özür dilerim.." dedikten sonra yaşlı gözlerle kendisini izleyen Deniz'i orada öylece bırakıp hızlıca evden çıktı..

...


Aradan saatler geçmesine rağmen Bora henüz eve gelmemişti, bu süre zarfında Deniz kendini toparlamış, ufak tefek işlerini yapmış ve Bora için pratik ama güzel bir masa hazırlamıştı. İşi bittiğinde üstüne bir şal alarak balkona çıkıp eşini beklemeye başladı. Bu arada aklına harika bir fikir gelmişti. Bora'ya bir mektup yazacaktı, onu ne kadar çok sevdiğini ve ömrü boyunca da hep seveceğini, ne olursa olsun hep yanında olacağını yazacaktı..

İçeriye gidip kağıt ve kalem aldıktan sonra tekrar balkona döndü. İçinden geçenleri elindeki kalem vasıtasıyla bir bir döktü kağıda Deniz.

Mektubunu "Her Zaman Senin ve Seninle Olacağım Birtanem..!" diye bitirdi.
Mektubu yazarken içi ürpermişti, üşüdüğünü hissetti. Daha sonra kalkıp mektubunu koymak için güzel bir yer ararken mutfak tezgahının üstünde duran sigara paketi takıldı gözüne. İçini açıp baktığında son bir sigara kalmış olduğunu fark etti. Deniz'in aklına bir fikir gelmişti, mektubunu sigara paketinin içine yerleştirdi.

Deniz, Bora'nın sigarayı hemen bırakamayacağının farkındaydı. Umarım bu mektup eline geçtiğinde bu içtiği son sigara olur diye geçirdi içinden.

Saatler geçtikten sonra Bora, nihayet eve gelmişti ama döndüğünde hala perişan haldeydi. Bütün gün aylak aylak dolaşmış ve bulduğu kuytu ve yalnız köşelerde ağlamıştı. Her ne kadar kendini sigaradan uzak tutmaya çalışsa da başaramamış yine de içmişti. Ve bunu yapmak canını daha çok yakmıştı.

Bora, kendi çektiği kaybetme korkusunu ve acısını Deniz'e yaşatıp onu kırdığı için çok pişmandı. Ama elinden bir şey gelmiyordu.

Üstünü başını değiştirip mutfağa geldiğinde Deniz'i masa başında uyuya kalmış halde buldu. Yavaşça yaklaşıp yanağından öptü.

Deniz, usulca gözlerini açıp gülümsedi ve uykulu bir sesle;

-"Hoş geldin Aşkım." dedi.

Bora da buruk bir tebessümle karşılık verdikten sonra;
-"Üşüteceksin aşkım, camı da açık bırakmışsın." dedi Deniz'in kalkmasına yardım ederken.
Salona geçtikten sonra uzun bir müddet hiç konuşmadılar. Oturdukları kanepe üzerinde Bora, Deniz'e sıkıca  ,hiç bırakmak istemezcesine sarıldı, başını göğsüne bastırdı tıpkı onu tanıdığı gün yaptığı gibi. Deniz de hiç direnmeden, sıkıca saran kollara bıraktı kendini..

...


DİPNOT : Arkadaşlar beynim çok meşgul bu aralar bu sebepten cümlelerim biraz devrik ve yorucu olabilir.  Çok akıcı olmadı bu son bölümler onunda farkındayım ama affınıza sığınıyorum hem azıcık daha sabır son bir bölüm kaldı bitmesine :) .

Nursalkımın..