30 Kasım 2012 Cuma

ELLERİMİ TUT..! (TKR)





Ellerimi ellerinde tut yar!
Çok vurgunum..

Yüreğimi yüreğinde uyut yar!
Çok yorgunum..

Busemi dudaklarında büyüt yar!
Çok durgunum..

Sevdamı kalbinde avut yar!
Çok kırgınım..


//Gittiğinde..

Nursalkımın..

29 Kasım 2012 Perşembe

Ve Ben.. // Ve Yazmak..



Ve ben..

Ben hep yazdım aslında..

Dilim sükut ederken hep kalemimden döküldü isyanlarım, aşklarım, sevinçlerim, yalnızlığım..
Yüzüm gülerken, içimde kan ağlayan hisler satırlardan süzüldü damla damla..

Dönüp baktığımda dilimi lal edip sustuklarım, satırlarda konuştu çoğu zaman, satırlarda güldü, satırlarda ağladı, satırlara yazıldı ve satırlardan silindi..

Bazen de gizli ve kimsesiz gözyaşlarımda..

İki kelime arası kadardır benim için sonsuzluk, noktalarla dans edip, virgüllerle çelme taktım hep kelimelere..

Kızdıklarımı kamçıladım ünlemin dozuna vurup, bazen de alaya vurdum cevabını verdiğim soruların soru işaretiyle..

Midemde hapsettiğim kelebekleri, ruhumda gizlediğim elemi, yanlışlarımı, doğrularımı bana dairlerimi, benden öte'mi, benden öncemi sakladım sessiz harflerin ardına..

Çoğu zaman satırlarda çizdim sevgiliyi kalbime, satırlarla sevdim, satırlarla özledim..

Ve unutmak istediğimde, yok edip izlerini yürek sayfamdan, satırlardan çizdim üstünü!
Satırlarda tuttum yasını ve satırlardan yolculadım adanmışlıklarımı, huzursuz varlığımı..

Yani, yani bir iki kelime üzerine karalayarak yaşadım ben hayatı..

Kırıldı artık kalem;
Ve yas'a durdu gözlerimde kelam!
Sessizlik şarkılar söylerken dilimin ardında,
Sükut ile sonsuza mühürlendi dudaklarımda elem..

                                                               
             Ve kırıldı  kalp,                             
                            Hüzün Dostu Nurs'un avuçlarında bir kez daha....


Nursalkımın..

28 Kasım 2012 Çarşamba

SON SİGARA..! (16.Bölüm / Hikaye)




NİSAN 2005

Günler birbiri ardınca geçip gitmişti hayatından. Deniz, bebeğini kaybedeli neredeyse iki ay olmuştu. İçinde ki derin yara ve kendine sitemi gün geçtikçe büyüse de hepsini içine atıyor ve iyiymiş gibi rol yapıyordu. Kendince tasarladığı planı yavaşça hayata geçirmiş ve herkesi iyi olduğuna inandırmıştı.

Bora'nın annesi Zeynep Hanım ve kardeşi Melek nihayet Deniz'in iyi olduğuna ikna olup kendi evlerine dönmüşlerdi ama her şeye rağmen Bora bir türlü işine geri dönmemişti. Deniz, her ne kadar iyiyim dese de Bora'nın içinde kötü bir his vardı.

Deniz, artık yiyor, içiyor ve gülüyordu ama Bora ile hiç göz göze gelmiyordu. Bora, bazen onu dalgın bakışlarla iç çekerken yakalıyor ve gözlerinde ki buğu içini yakacak gibi oluyordu. Deniz, ona artık işe gitmesini böyle yaptıkça normal yaşamlarına geri dönemeyeceklerini ve bu durumun ona hep o olayı hatırlatacağını söylemişti.

Bora, içi yansa da nihayet bunu kabul edip işe gitmeye karar vermişti. Ama her şeye rağmen içini huzursuz eden ve aklını kurcalayan bir şey vardı. Ama yapabilecek başka bir şeyi de yoktu! Deniz böyle istiyorsa ve bu onu daha mutlu edecekse Bora içinde ki huzursuzluğu bastırıp onun istediği gibi yapacaktı.

...

Deniz, nihayet onu ikna etmeyi başarmıştı, Bora yarın işe başlayacaktı. Bu planı uygulamaya koymak iyi bir fırsattı.

-"Yarın gitmeliyim.." dedi kendi kendine ama bu fikir içini daha çok acıtıyordu.

Bebeği varken gitmeye karar verdiğinde Bora'nın yokluğuna dayanabilme gücü de vardı ama şimdi buna nasıl dayanacaktı?

Ne Bora'sı olacaktı artık ne de Bora'sına ait bir parçası..

Başını hafifçe iki yana salladı, canı çok fazla yanıyordu, avuçlarını sıkıp ellerini yumruk yaptı ve kendine;

-"Gitmeliyim.. kendi lanetimi daha fazla ona yaşatmaya, onu da kendimle yakmaya hakkım yok.." dedi, gözlerinden akan yaşlar ellerine damlıyordu.

İçinde ki kararsızlık, sevdiğinden ayrılma düşüncesi daha da beterdi.

Kararını verdi yarın Bora işteyken hazırlıklarını yapacak, sevdiği adamla son bir gün daha geçirip ertesi günde gidecekti..

-"Son bir gün daha, sadece bir gün daha kalacağım."  kolları bu sefer yokluğunu şimdiden hissettiği adamın yerine kendini sarmalamıştı.

Üşüyordu ama bu üşüme havada ki soğuktan değil içinde ki acımasız boşluktandı..

...

Bu sabah nihayet Bora, zorla da olsa işe gitmişti. Deniz, önce evi güzelce toparladı, kıyafetlerinin bir bölümünü dolabın arka kısmında sakladığı valize yerleştirdi. Sonra doğruca mutfağa geçip sevdiği adama o çok sevdiği keklerden pişirdi, güzel bir sofra hazırlayabilmek için çeşit çeşit yemekler yaptı..

En azından bunu yapmalıydı, Bora her şeyin en iyisini hak ediyordu Deniz'in elinden ise sadece bu kadarı geliyordu ve bunu ona borçluydu..

-"Son gecemiz güzel olmalı." dedi kendi kendine,

-"Son hatıramız.."

Ama o anda kalbine koca bir darbe almış gibi inledi..

-"Son gece.." diye tekrarladı gözlerinden akan yaşlar eşliğinde..

-"Son bir gece, bu hayatta son bir gece.." kendi kendine tekrarlarken başka bir karar verdi, sadece kaçıp gitmek yetmeyecekti! Bir gün duygularına yenilip geri dönebilme, Bora'ya yeniden zarar verme ihtimaline karşı kesin bir çözüm geldi aklına..

-"Son bir gece.." gönlünde ki bu son gece ve gözlerinde ki hayal ile bu hayattan gitme fikri içini ısıttı Deniz'in..

Ölmek o kadar sevimli geldi ki gözüne..

Hem Bora'nın hasreti onu yakıp kavurmayacak hem de Bora'yı ebediyen kendinden ve lanetinden kurtaracaktı..

Evet, yeni bir karar verdi Deniz, bu gece hem onun için hem Bora için çok güzel olmalıydı ve ertesi gün hem kendini hem de kendinden çok sevdiği adamı bütün bu lanetlerden ebediyete kadar kurtarmalıydı.

Bora, öldüğünü bilmeyecek sadece onu bırakıp gittiğini sanacaktı. Deniz ona ardından bir mektup bırakacak ve kendini aramamasını söyleyecekti.

Belki şimdi canı yanacaktı Bora'nın ama bu acı, hayat boyu Deniz ve Deniz'in hayatını cehenneme çeviren lanetiyle çekeği acıdan daha az olacaktı ve belki en fazla bir yıl sonra nihayet Deniz'i unutup yeniden o mutlu hayatına geri dönecekti..

Bora'nın mutlu olabileceği fikri Deniz'e nihayet bir parça rahatlık verdi.. Onun için bunu yapmalıydı ve yapacaktı..

Deniz işlerini bitirdi, son geceleri için güzelce giyindi, masayı hazırladı ve Bora'yı beklemek için balkona çıkıp salıncağa oturdu..


Karşısında ki derin sonsuzluğa bakarken birden -"Deniz.." diye mırıldandı..

-"Sonsuz mavilik.." Annesinin gözlerini benzettiği sonsuz yeşilimsi mavilik..

-"Deniz.. Adımı aldığım bilinmezlik.."

Ve kararını verdi Deniz..

...

Bora, normal mesai saatinden iki saat erken döndü, babasının yardımıyla kurduğu mimarlık ofisinin patronuydu kendisi. Aslında yokluğunda ortalık iyice karışmış işler yoğunlaşmıştı ama aklını bir türlü işe veremediğinden ve Deniz'i çok merak ettiğinden erkenden işten çıktı.

Neden bilmiyordu ama içinde korkunç bir his vardı oysa Deniz iyi gibi görünüyordu ve her şey daha iyiye gidiyordu ama bir türlü içinde ki bu histen kurtulamıyordu.

Ev ile iş arasında ki yol on dakikalık mesafede olmasına rağmen sanki yol uzadıkça uzuyor, bitmek bilmiyordu.

Nihayet evin kapısına vardığında içinde ki his daha da büyüdü zile bastı ama kapının açılmamasından korkuyordu nedensiz. Kalbi küt küt atmaya başlamıştı ki, kapıdan gelen tıkırtıyla derin bir nefes aldı;

-"Hoş geldin birtanem.." dedi Deniz, sıcak bir gülümsemeyle kapıyı açtığında ..

-"Seni buldum aşkım.. Bundan daha büyük bir hoşluk olamaz..!" diye karşılık verdi yarı korkak yarı minnettar ve titreyen bir sesle.

Bu cümle Deniz'in içine öylesine bir acıyla dokundu ki.. -"Seni buldum.." demişti Bora, ama yarın onu bulamayacaktı ve canı yanacaktı sevdiği adamın. Onu bulamayınca kim bilir ne yapacaktı. Deniz, dişlerini sıktı her şeye rağmen Bora'nın acısı biraz zaman sonra geçecekti ve bir müddet sonra Bora, onsuz daha mutlu olacaktı.

İçeri girer girmez burnuna gelen kek kokusu Bora'nın içini biraz daha yatıştırdı. O kötü his hala koyu bir endişeye sebep olsa da kendini telkin ediyor ve rahatlamaya çalışıyordu.

Sıcacık kek kokusuda güzel günlerden kalma duygularını içine yerleştiriyor ve biraz da olsa rahatlamasına yardım ediyordu.

Kendine kızdı Bora, Deniz, belli ki iyileşiyor ve kendine geliyordu. Bu kadar evham çok fazla bunu hissettirip onu yeniden üzmemeliyim diye düşündü.

Ardından açık kalan kapıyı örttükten sonra Bora düşüncelerini içine bastırıp enfes kek kokusunu içine çekerken gözleri Deniz'e takıldı.

Karısı her zaman güzeldi ama bu gün çok daha güzel ve alımlı görünüyordu. Beyaz işlemeleri olan lacivert uzun bir elbise giymişti, kollarının açık kalan kısmında da incecik beyaz zarif bir şal vardı, adeta bir melek gibi görünüyordu..

-"Çok güzelsin aşkım.." dedi sevdiği kadına sıkıca sarılarak.

-"İyi ki benimsin, iyi ki benimlesin.." diye devam etti sözlerine..

Deniz'de sıkıca sarıldı sevdiğine, onun kokusunu içine çekerken ağlamamak için dudaklarını ısırıyordu.

Önce güzel bir yemek yediler, sonra balkonda ki salıncağa geçip saatlerce sarılarak oturdular.. Hiç konuşmadılar, Bora, göğsüne başını yaslayan Deniz'e bir koluyla sıkıca sarılırken diğer eliyle saçlarını okşuyordu. Deniz, kendisine öyle sıkı sarılmıştı ki sanki onu hiç bırakmak istemiyor gibiydi..

...

Bora, bu sabah işe giderken içinde ki huzursuzluk yine canını sıkmıştı. Oysa dün gece Deniz ile çok güzel bir gece geçirmişlerdi. Ama yine de sebebini bilmediği bir sıkıntı Bora'nın içini yeyip bitiriyordu. Her şeye rağmen hayatlarının düzeni için ve Deniz'in ısrarlarıyla yola çıktı.

Canı o kadar sıkkındı ki bu halde çalışması imkansızdı. Dahası bu şekilde işe gitse oradakilerin de dikkatini dağıtacak ve canlarını sıkacaktı. Bu yüzden karar değiştirip biraz kafa dağıtmak amacıyla sahile gitmeye karar verdi. Arabasını Deniz ile ilk defa karşılaştıkları durağın yanına çekti ve burada durup o günü yeniden hatırladı.

Ne kadarda çabuk geçmişti zaman, geçen sene tam da yine bu aylarda ve böylesine yağmurlu bir havada bu durakta tanımıştı Deniz'ini..

O anda Bora'nın aklına bir şey geldi bu gün yirmi bir nisandı yani geçen sene Deniz'le karşılaştığı gündü.

-"Tam bir yıl oldu. O kadar çok şey yaşadık ki, tam bir yıl.. Ah aptal kafam tamamen aklımdan silinmiş." dedi kendi kendine oysa birinci yıl dönümleri için ne hayaller kurmuştu Bora, ne sürprizler yapacaktı hayatının güneşine..

Yine de bu günü sönük geçirmeyeceklerdi, bu gün özeldi, onların günüydü. Bora'nın aklına bir fikir geldi, bu fikirle biraz da olsa neşelendi. Bu durağın arka kısmında biraz ileride ufak bir sahil kafesi vardı. O günden sonra Deniz'le sık sık gelmişlerdi buraya ve burası onlar için özeldi.

Bora, aklına gelen fikri uygulamak için işe koyuldu..

...

Deniz nihayet hazırlıklarını bitirmiş, evi toplamış, kendine ait ne kadar resim varsa hepsini yakmıştı. Giderken Bora'nın onu daha çabuk unutabilmesi için onu hatırlatacak ne var ne yok bu evden silecek, bir iz dahi bırakmayacaktı. Bu şekilde Bora, onu daha çabuk unutabilecek ve hayatına kaldığı yerden devam edecekti.

Her şey bittikten ve tüm hazırlıklar tamamlandıktan sonra Deniz, çekmeceden kağıt ve kalem alarak Bora'ya bir not yazdı ve masanın üstüne bıraktı.

"Sen benim bu hayatta karşıma çıkan en güzel şeydin. 
Hayatımın mucizesi, tek yaşama sebebimdin.
Hayatımın en güzel zamanlarını seninle birlikte geçirdim.
Ama daha fazla kalırsam seni de kendi karanlığıma çekip yok edeceğim.
Buna dayanamam, seni kendimle daha fazla tüketemem!
Senden son bir isteğim var;
Lütfen beni arama ve hayatına dön benden önce ki gibi mutlu yaşa!"


                                                                                                                           Deniz..



Eline aldığı valizi ile kapıya doğru yürürken dönüp son defa yuvalarına baktı Deniz, bu evin duvarlarına yapışan o mutlu hatıralar bir bir aklından geçti. Sanki Bora ile kendisini bir filmi izlercesine uzaktan öylece seyretti hatıralarında. Yaşanmışlıkları bir bir geçerken göz perdelerinden gözlerinden akan bir damla yaş ile;
-"Elveda her şeyim." dedi ve kapıdan bir daha dönmemek üzere çıktı..


....

Bora, nihayet hazırlıkları bitirdiğinde kafeye gelmesi için Deniz'i aradı ama telefon kapalıydı. Daha sonra evi aradı, telefon defalarca çaldı ama telefona kimse cevap vermiyordu. Bora, gözlerine işleyen çaresiz bakışlarla ters giden bir şeylerin olduğunu anladı, nihayet içine nüfuz eden bu hissin bir şekilde sonuna geldiğini anlamıştı.

Korktuğu her neyse gerçekten oluyordu ve o ne yapacağını hiç bilmiyordu. Delirmişti sanki sürprizi için sahile getirdiği arkadaşlarına haber verip arabasına koştu, doğruca eve gitmek için yola çıktı.

Geçen her saniye yıllar hükmündeydi. Ne kadar hızlı sürerse sürsün yol bir türlü bitmek bilmiyordu. Bora'nın içinde ki endişe gittikçe daha da büyüyor ve nefes alıp vermesini zorlaştırır bir hale gelmişti.

Ne kadar zaman geçmişti, beş dakika mı? On dakika mı?
Bilmiyordu Bora, ama nihayet eve vardığında hayatından asırların akıp geçtiğini hissediyordu, sanki tüm ömrünü yaşamışcasına bir yorgunluk sarmıştı bedenini.

Koşarak çıktığı merdivenler, attığı her adım yavaşlatılmış bir film sahnesinden fırlamışcasına ilerliyordu sanki.
Evlerinin kapısına vardığında eli zile giderken tereddüt etti bir an, içinde bir yer kapının açılmayacağını iyi biliyordu ama yine de bundan öylesine korkuyordu ki..

Beş-on saniyelik bir tereddütten sonra nihayet zile bastı, bastı, bastı..
Bekledi, kendini sakinleştirmeye çalıştı. Şimdi içerden Deniz'in o sıcak sesini duyacak ve karısının büyülü sureti kapının öbür ucundan görünecekti.

Olmadı Bora defalarca bastı zile ama beklediği cevap gelmedi, anlamıştı artık, kapıyı kırmak istercesine yumrukladı..
Cebinde anahtarı olmasına rağmen kapıyı açıp içeri girmeye cesaret edemiyor, Deniz'in kapıyı açması için ALLAH'a yalvarıyordu.

Ama biliyordu, hissediyordu.

Gözlerinden akan yaşlar, kapıya vurmaktan kızarmış ve şişmiş eli ile eşiğin kenarına yığılıp kaldı Bora..

Hayatına anlam katan, yaşamak için tek sebep addettiği kadın kapıyı açmıyordu..

Ve biliyordu .............. o gitmişti..............

Her şeyiyle avuçlarından kayıp yitmişti..

Kalkıp içeri girmeli ve ondan bir iz aramalıydı, yada gerekirse tüm şehri alt üst etmeli onu bulmalıydı ama mecalsizdi..

Nihayet kendine geldiğinde yerden kalkıp cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açarak içeri girdi, son bir umutla evin bütün odalarını aradı ama ne Deniz ne de Deniz'den bir iz yoktu, hiç bir şey bulamadı..

Ona ait hiç bir şey yoktu. Resimler, banyoda ki diş fırçası, kıyafetler hepsi gitmişti. Belli ki Deniz her şeyi planlayarak gitmişti. Burnuna gelen bir koku kalbini daha acıttı Bora'nın.

Mutfağa gittiğinde gelen kokunun sebebi masanın üstünde duruyordu. Bir tepsi kek ve yanında da küçük bir not vardı. Eli varmadı önce, okumak istemiyordu veda sözcüklerini, içi parçalanıyordu sanki.

Ne yapacaktı şimdi, ne yapmalıydı.. Öylesine çaresiz, öylesine bitkin hissediyordu ki..

Ters giden bir şeyler hissettiği halde onu evde tek başına bırakıp nasıl gidebilmişti. kendine lanetler okudu. Biliyordu artık hiç bir şeyin çaresi yoktu.

Nihayet zorla da olsa eli o nota gitti, eline aldığında açıp okumak için bütün cesaretini toplamaya çalıştı ama yapamıyordu.

Deniz'den geriye kalan tek şey bu not ve önünde duran keklerdi.  Eline aldığı bir dilim keki bilinç dışı bir hareketle ağzına götürdü. Ondan geriye bir tek bu mu kalmıştı, bir türlü inanmak istemiyordu.. Sanki Deniz'in yokluğunu ısırırcasına eline aldığı dilimi ısırdı ama yutamıyordu, gözlerinden akan yaşlarla karışan lokması sanki mıh gibi saplanmıştı boğazına.

-"Neden Deniz.. Neden.." diyerek ağlarken nihayet diğer eline duran kağıdı açtı Bora;






"Sen benim bu hayatta karşıma çıkan en güzel şeydin. 
Hayatımın mucizesi, tek yaşama sebebimdin.
Hayatımın en güzel zamanlarını seninle birlikte geçirdim.
Ama daha fazla kalırsam seni de kendi karanlığıma çekip yok edeceğim.
Buna dayanamam, seni kendimle daha fazla tüketemem!
Senden son bir isteğim var;
Lütfen beni arama ve hayatına dön benden önce ki gibi mutlu yaşa!"


                                                                                                                           Deniz..





Okudu, okudu, okudu.. Defalarca okudu aynı şeyi. Deniz, o mutlu olsun diye bırakıp gitmişti onu. Ama o olmadan Bora'nın yaşayabileceğini, onu unutup eski hayatına dönebileceğini nasıl düşünmüştü. O hayatını adadığı, kalbini verdiği, tek yaşam kaynağıydı.


Onsuz ne bu ev, ne bu şehir, ne bu dünya umurunda değildi. Madem Deniz yoktu bundan sonra Bora da olmayacaktı. Öncelikle sahilde onları bekleyen arkadaşlarına gidip onlara gecenin iptal olduğunu söyleyecek ve herkesi evine yollayacaktı. Daha sonra ikisinin aşkının başladığı yerde bitirecekti kendini..

...

Deniz, elinde valizi saatlerce yürümüştü. Aklına koyduğu şeyi yapması için havanın kararmasını bekliyordu. Nihayet akşam olmak üzereydi aklında kalan ve yapmak istediği son şey Bora'yı ilk gördüğü yere gidip sonra da bu dünyadan ayrılmaktı. O durak onların anılarının baş tacıydı ve son defa oraya gitmek Bora gibi bir lütfü ona bahşettiği için mevlaya şükretmek ve yine Bora'nın iyiliği için onu kendinden sonsuza dek kurtarmak istiyordu.

...

Bora, bitap bir şekilde evden çıktığında gözleri ağlamaktan şişmiş, yaşama dair tüm sevincini yitirmişti. Nihayet durağın arka kısmındaki kafeye vardığında arkadaşlarına Deniz'in kendini iyi hissetmediğini ve gelemeyeceğini söyleyip herkesi evlerine dağıttı. Etrafta kimseler kalmadığında hava iyice kararmış ve dinen yağmur yeniden, daha da kuvvetli bir şekilde yağmaya başlamıştı.

Bora, öylesine çaresiz hissediyordu ki.. Ne yapacaktı? Ne yapmalıydı.. Hiç bir şey bilmiyordu.. Yağmur öylesine hızlanmıştı ki, sırılsıklam ıslanmasına rağmen umurunda değildi hiç bir şey. Gözlerinde ki yaşlar karışırken yağmura, orada öylece yapayalnız kalıvermişti.

Canı nedensiz sigara çekti o anda, oysa Deniz, bırakmasını istediği için onu bile bırakmaya karar vermişti. Ama şimdi Deniz de yoktu, bu hayatta yoktu gözünde..

Eli her zaman ki gibi bilinçsizce cebine gittiğinde dünden kalan paketin içinde ki son bir sigaraya dokundu. Bu onun hayatının son sigarasıydı.

-"Son.." dedi bitkinlikten çatallaşmış sesiyle kendi kendine..

Deniz'in istediği gibi artık son bir sigara içecek ve her şey bitecekti. Sigarayı bırakacaktı nihayet, hayatını bıraktığı bu yerde.

İçindeki ateşi söndürmeye yetmeyen yağmurdan, son sigarasını yakabilmek için durağa koştu Bora, uzaktan gelen sokak lambaları eşliğinde güçsüz bir şekilde  durağın içinde ki banka oturdu.

Zoraki ağzına tutuşturduğu sigarayı yakmak için cebinden çıkardığı çakmağı yakmaya çalıştı. Her bir denemede ıslanan çakmağın yanmayan ateşi ile kahırlanıp hıçkırarak daha da çok ağladı.

Kendi kendine kızarken "bu son aşkım, evet bu son!" diye söyleniyor ve titreyen elleriyle kızdığı çakmağı yakmaya çalışıyordu.

Her başarısız deneme canını daha çok yakarken nihayet tüm gücüyle bastırdığı çakmak elinden kayıp yere düştü.

Bora, sanki elinden şekeri alınmış bir çocuk gibi oturduğu yerden dizleri üzerine yere düştü ve daha da bitap bir şekilde ağlamaya başladı.

-"Bu sondu, sondu işte.. Neden yanmadın, neden.." diye ağlarken bir yandan da eline aldığı çakmağı taş zemine vurup durdu. Kendinde değildi artık çakmak parçalara ayrılıp dağılmıştı.

-"Neden, neden.." diye ağlarken öylesine çaresizdi ki, öylesine savunmasız..

-"Neden gittin Deniz, sensiz nefes alamazdım ki ben, sensizlik bana ölüm demek zaten bilmiyor muydun? Neden.." artık tükendiğini hissediyordu Bora, hıçkırıkları sessiz gecenin ve yağmur şırıltısının içinde kaybolurken ne yapacağını bilmiyordu.

-Çat!

Tam o anda, yine o ses..
Belki bir hayaldi bu, belki de olmasını istediği şeydi. Başını yerden hafifçe kaldırıp yine bilinç dışı ani bir hareketle sesin geldiği yöne bakınca karşısında gördüğü kişiye inanamadı önce..

-"Deniz..!" Bora, hayal mi gerçek mi olduğunu bilemediği bu görüntünün adını sayıklarken Deniz, gözlerinden akan yaşlarla sadece;

-"Özür dilerim sevgilim, çok özür dilerim.." diyebildi.

Deniz, sırılsıklam ıslanmış bir şekilde, gözlerinde yaşlarla karşısında durmuş ona bakıyor ve yüzünde buruk bir tebessümle elinde yanan çakmağı kendisine uzatıyordu.

Bora, dermansızlıktan düştüğü yerden ani ve çevik bir hareketle kalkıp bir daha gitmesine asla müsaade etmeyeceği Deniz'e deli gibi sıkıca sarıldı.

-"Sakın Deniz, sakın bir daha bunu yapma, yoksa ölürüm.." Dedi ağlayarak.

Deniz, şimdi anlıyordu; "kaçıp gitmek" Bora'ya bu hayatta yaşatacağı en büyük acı ve yapabileceği en büyük haksızlıktı.

-"Özür dilerim, bir daha senden gidecek cesareti kendimde bulamam zaten, özür dilerim aşkım, affet beni." diye ağlayarak sarılırken bunu bir daha tekrarlamayacağına kendi kendine söz verdi Deniz..

-"Birinci yılımız kutlu olsun sevgilim...."
.............

(Devam edecek) 

Nursalkımın..

KAÇSAM UÇSUZ ..! KAÇMASAM NEREYE..?



İçimde yumaklanmış, topaklanmış ve günden güne büyüyen bir endişe var..
Çaresiz, sonucunu bilmediğim bir şeyden korkup duruyorum..
Aslında 'olmama olasılığı', 'olma olasılığından' daha büyük, hatta çok büyük ama..

İşte o "AMA" takılıyor ayağıma koşarken ve o anda tökezleyip düşüyorum..
Her defasında yeniden ayağa kalkmaya çalışıp koşmaya devam etsem de, tökezleyip düşmeler her defasında daha çok acıtıyor takatimi..
Biliyorum ne olursa olsun yaşamaya devam etmeliyim..
Olsa da, olmasa da..

Bu yüzden içimi rabbime açtım;

"ALLAH'ım sen beni geçmiş hatalarımın, yanlışlarımın şerrinden koru." demekten başka bir şey gelmiyor elimden..

Pişmanlığım yakıyor şimdi, kavuruyor, kor ediyor!!!

Bu yüzden sürekli daralıyor görüşüm ve fark ediyorum ki günden güne kayboluyorum bu karambolün içinde..

Yoluma devam etmek istiyorum, ALLAH'ım sen bana ve benim gibi olanlara umut ve güç ver!

Beni bana bırakma rabbim..


Nursalkımın..

27 Kasım 2012 Salı

Ya Rabbi'm; Sana Emanettir Varlığım..




 Hadis-i Kutsi “Ben kulumun bana olan zannı yanındayım.” (Buharî, Tevhit,15; Müslim, Tevbe, 1)

Rabbim, sen merhameti sonsuz olan en yüce varlıksın..
Ben tüm kötülüklerden, kalbimi sıkıştıran tüm kötü hadiselerden sana sığınıyorum.
Varlığımı varlığına emanet ediyorum ya rabbi!

Sen beni üzüntülerden ve acılardan koru, güzellikler üzerine emin kıl.
Ruhumu ruhunla ve sevginle sar.
Bana huzurundan bahşet.

Ya rabbi her şeyimle, bütün günahlarımın mahcubiyeti ve pişmanlığı içerisinde tüm acizliğimle kapındayım!
Kendimden bile sana sığındım, sana teslim oldum..

Sen büyüksün..

Nursalkımın..

SON SİGARA..! (15.Bölüm / Hikaye)



DİĞER BÖLÜMLERİ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ..!


Bora, yatakta gözlerini açtığında ne olduğunu anlamadan ve hiç bir şey düşünmeye fırsat dahi bulamadan Deniz'in sesinin geldiği yöne mutfağa doğru koşmaya başladı.

Saniyeler geçmesine rağmen sanki aradan geçen zaman Bora'ya saatlerin bir biri ardınca akması gibi uzun ve ulaşılmaz gelmişti.

Nihayet mutfağa geldiğinde sevdiği kadını, biricik aşkı Deniz'i yerde kanlar içinde buldu. Ne yapacağını, ne söyleyeceğini, nasıl davranacağını bilmez bir şekilde kucağına aldı.

-"Aşkım, bebeğim! Lütfen iyi ol, lütfen" diyebildi sadece, şoka girmişti. Elleri titriyor, dizlerinde ki dermanın boşaldığını hissediyordu.

Deniz, kendinde ama acılar içinde kıvranır bir halde karınını tutuyor ve sadece "bebeğim" diye ağlıyordu. Kendi canı şu an umurunda bile değildi, tek düşündüğü ve tek istediği şey ne olursa olsun bebeğinin yaşıyor olmasıydı.

-"Lütfen bebeğimizi kurtar aşkım." diye yalvarır bir seste Bora'ya seslendi. Zor konuşmuş ve kelimeleri heceleyerek ancak söyleyebilmişti. Karnına sanki milyonlarca bıçak aynı anda saplanıyor sonra geri çekiliyor ve tekrar tekrar aynı şey yapılıyordu.

Yüreğinde ki acı ve endişe ise bambaşka şekilde yaralıyordu Deniz'i. Biliyordu aslında yavrusunu çoktan kaybettiğini, bebeğinin kalbi durduğunda Deniz'in yüreğinde de bir duraksama olmuştu sanki.. Biliyordu, hissediyordu çok kötü bir şey olduğunu ama inanmak istemiyordu!

-"Şişş.. Tamam aşkım sen hiç bir şey düşünme şimdi hemen hastaneye gidiyoruz. Lütfen üzülme her şey iyi olacak!" Bora, aklından geçen türlü türlü senaryolara ve Deniz'i kaybetme korkusunun derinlerden bir yerde yüreğini parçalıyor olmasına rağmen karısına moral vermeye çalışıyordu.

-"Bir şey yok, her şey iyi olacak birtanem dayan!" sadece bu kelimeleri söyleyebiliyordu. Hiç bir şey düşünemez bir halde ve anlamsız bir şekilde Deniz'in yüzüne baktı. Şuan Deniz'den başka bir şey umurunda değildi onun! Bebekleri bile! Tek istediği, ALLAH'tan şu an tek dilediği Deniz'e bir şey olmamasıydı.

Bora, Deniz'i mutfaktan taşıyarak yatak odasında ki yatağa bıraktıktan sonra telaşlı bir şekilde arabanın anahtarını aldı ve Deniz'i bir battaniyeye sardıktan sonra yattığı yerden tekrar kucağına alıp kapıdan  koşar adımlarla çıktı.

....

MART 2005 

Deniz, pencereden bakarken kulaklarından gitmeyen o ses sürekli aynı şeyi tekrar edip duruyordu..

-"Üzgünüm, ama bebeğinizi kurtaramadık!" demişti doktor bey hüzün dolu ve garip, huzur bozucu bir sesle..

O andan sonra dünyada olup bitenle ilişkisi kesilmiş gibiydi, hiç bir şey yemiyor içmiyor, kimseyle konuşmuyordu.. Hayat denen şey karnından uçup giden meleği ile birlikte değerini yitirmişti artık onun gözünde. Hiç bir şeyin anlamı yoktu Deniz için. Yaşamasının tek sebebi sevdiği adamdı ama ona bile bir faydası yoktu artık!

Bora, Deniz'in bu haline çok üzülse de onu bir müddet kendisi ile baş başa bırakmaya karar vermişti ve onu sadece uzaktan izliyordu. Deniz'in gözlerinde gördüğü hüzün ciğerlerini yakıyor ve kahrediyordu. Bebekleri, ikisinin güzel mucizeleri ölmüştü evet Bora da çok üzülmüştü bu duruma ama her şeyden önemli olan Deniz'di.. Çok şükür biricik karısı hayattaydı ve tehlikeli bir operasyondan sonra günlerce hastanede yatmış ve nihayet bedenen sağlıklı olarak eve gelmişti.

Ama Deniz'in gözü artık neredeyse Bora'yı bile görmüyordu. Her gün aynı şeyi yapıyordu Deniz. Hava ne kadar soğuk olursa olsun balkonda ki salıncağa oturuyor ve saatlerce denize bakıyordu. Ağlamıyor, gülmüyor, konuşmuyor ve hiç bir şey yemiyor içmiyordu.

Yüzünde görünen tek ifade hissizlikti.. Sanki bir heykel gibi, sadece donuk ve mat bakıyordu hayata. Bora, artık Deniz'in kendisini bile sevmediğini düşünüyordu. Geceleri gizli gizli ağlıyor ama hep karısının yanında , güçlü olmaya ve onun bu durumuna elinden geldiğince sevecen ve anlayışlı davranmaya çalışıyordu.

...

-"Ona bir bebek bile veremedim.." kendi kendine sürekli aynı şeyi söylüyordu.

Deniz, karşısında duran buruk ve soğuk manzaraya bakarken gözlerinden bir damla düştü.

Kapıda kendisini sevgiyle izleyen ve her hareketine tahammül eden, deliler gibi sevdiği adama hayatında verebileceği en özel ve tek hediyeyi verememişti.

Hem kızını kaybetmiş hem de kocasına bir çocuk verip onu daha da mutlu edememişti. Kusurluydu Deniz kendince hiç bir işe yaramayan, zayıf ve acizdi.. Tek yaptığı sürekli sorun çıkarmaktı.. Bu yüzdendi ailesini kaybedişi, bu yüzdendi karşına çıkan kötülükler. Başına gelen her şeyi hak ettiğini düşünüyordu. Sanki hayatı onun lanetiydi!

Böyle giderse Bora'nın da hayatını mahvedecekti kendi yaşamını kuruttuğu gibi her şeyden çok sevdiği adamında hayatını karartacaktı. Deniz, artık iyice emindi Bora'nın hayatından çıkmazsa kendi laneti Bora'ya da bulaşacaktı ve onun da hayatı mahvolacaktı.

Gitmeliydi Deniz, ama nereye ve nasıl. Bora sürekli onu takip ediyordu her hareketini uzaktan izliyordu işe bile gitmemişti günlerce, bu soruna bir çare bulmalıydı; önce iyiymiş gibi davranıp Bora'yı iyi olduğuna inandırmalı ve işe göndermeliydi. Ardından da bir aydır yanlarında duran ve ona annesinin yokluğunu hissettirmeyecek derecede iyi davranan Zeynep Hanım'ı ve güzeller güzeli Melek'i de aynı şekilde iyi olduğuna ikna edip evlerine göndermeliydi. Onların hayatını daha fazla meşgul etmeye hakları yoktu Deniz'in.

Kendi lanetini onlara bulaştırmamalıydı!

Kendi planını kafasında tasarladı Deniz. İçi kan ağlasa da gülecek, yiyecek, içecek ve herkesi iyi olduğuna inandıracaktı. Ve sonra tüm bu iyi insanlara daha fazla zarar ve üzüntü vermeden çekip gidecekti. Ama sevdiği adamdan, Bora'dan bu defa nasıl kopacaktı bunu bilmiyordu işte..

Ondan bir an bile ayrı kalmak dayanılmaz geliyordu ama başka çaresi yoktu! Bunu kendisi için değil hayatının aşkı için yapmalıydı.

Gitmek zor olsa bile kalıp sevdiği adamın hayatının mahvolmasını izlemek daha zordu!

...  Devam Edecek  ...



Nursalkımın..

26 Kasım 2012 Pazartesi

BAZEN İĞRENİYORUM BU ORTAMDAN..!




Bu yazıyı niye yazıyorum bilmiyorum, yaklaşık on yıldır bu net ortamındayım, çocuk sayılacak bir yaşta başladım aslında, insanların art niyetlerini hesaba katamayacak kadar cahil bir yaşta.

Çoğu zaman geriye dönüp baktığımda kendime kahrediyorum..

Yazdığım onca yazı ve şiir kansız insanlarca kopyalanıp altlarına isimleri yazılarak yayımlanmış, benim yazdıklarımla şiir/deneme yarışmalarına katılımlar gerçekleşmiş ve bazıları dereceler bile almış.

İnsanlar kendi yapmadığı şeyleri nasıl bu kadar arsızca kapıp kendi kimliği altına alıyor? Hadi dünyayı geçtim ama ahiretten, kul hakkından da mı korkmuyor bunlar bilmiyorum..

En büyük hatalarımdan biri bu kulvarda yazılarımı paylaşmaktı sanırım..

Edindiğim güzel dostlarımı tenzih ederek söylüyorum bu ortamda sayısız çirkin insanla tanıştım. Ne yazık ki kolay kanan, inanan biriyim. Bu yüzden çok çabuk kandırılıp, oyunlara geldim..

Çok hatalarım oldu, en büyük hatam ise güvenmek sanırım.. Şimdi düşünüyorum da internete ilk adım attığım o ana geri dönsem ve bütün bu yaşanmışlıklarımı bilsem asla girmezdim..  Şimdi hayıflanmak ve keşke demek ne kadar doğru bilmiyorum ama pişmanım, çok pişmanım herş eyden!

Bu gün ki aklım o gün bende olsa yazılarımı sadece kendime ait bir deftere karalamayı, kimseye güvenmemiş ve yaralanmamış olmayı tercih ederdim..

Paylaşmak güzel elbet ama pişmanlıklar yüreği ağrıtıyor çoğu zaman..

İçimi dökmek istedim sadece, belki bir gün bu satırlar vedaya dönebilir...
Belki de dönmez ama şimdi içimde fışkıran bir istek bu ortamda kendime dairleri yakıp yıkmak, yok etmekten öteye geçemiyor...


Nursalkımın..

SON SİGARA..! (14.Bölüm / Hikaye)



Ayak sesleri beyninde yankılanırken Bora kafasını kaldırıp büyük bir merakla gelenin kim olduğuna baktı.
Açık olan salon kapısından yansıyan ışık gözlerini kamaştırdığından kendilerine doğru gelen kişinin sadece siluetini seçebiliyordu ama siluet onlara doğru yaklaştıkça midesine kramplar girmeye şakakları zonklamaya başlamıştı.

Gelen kişinin yüzünü net göremese de tahmin edebiliyordu.

Zeynep Hanım, Melek'in elini sıkıca tuttu, Tevfik Bey ağır ve vakur adımlarla salonda yavaş yavaş ilerlerken Zeynep Hanım'ın kalbi yerinden çıkacak gibi şiddetli atıyordu. Dizlerinde ki derman hafif hafif kayboluyor, tansiyonun yükseldiğini tahmin ediyordu.

Eşi bu nikaha karşıydı ve şimdi bu düğünü berbat etmek için gelmiş olabilirdi ama Tevfik Bey'in yüzünde çok farklı bir ifade vardı Zeynep Hanım eşinin aklından neler geçtiğini kestiremiyor ama korkuyordu da.

Melek ise yüzünde bir gülümseme ara ara göz ucuyla Deniz'e bakıyor ve usulca tebessüm ederek göz kırpıyordu.

Deniz, yüreğinde bir sıcaklık Tevfik Bey'in yanlarına gelişini izlerken Bora'nın elini sıkıca tutuyordu. Bora'nın diken üstünde oturur gibi dik bir hal almasından gerildiğini anlamıştı ama kendisi bu konuda hiç endişelenmiyordu.

....

-"Efendim.."
-"Tevfik Bey, merhaba.."
-".."
-"Ben, şey.."
-"Evet, sizi dinliyorum!"
Tevfik Bey telefonun bir ucunda gergin bir şekilde beklerken ahizeden çok tanıdık bir sesin -"Hadi Deniz, hadi." dediğini duydu.
-"Baba.."
Tevfik Bey ne olduğunu anlamaya çalışırken alnındaki kırışıkları ovuşturdu.
-"Anlamadım." dedi sert bir sesle gerçekten de hiç anlam veremediği bu tepkiye..
-"Ben Deniz, Bora'nın .." devamını getiremedi Deniz, hem heyecanlı hem endişeli yanlış bir şey yapmaktan korkuyor ama cesaretini kaybetmiyordu.

Tevfik bey telefonda kiminle konuştuğunu anlamıştı, karşısında ki ses bir an ne farkında olmadan ellerinin titremesine sebep olmuştu.

Hiç tanımadığı biri kendisine baba demişti. O bu evliliğe şiddetle karşıydı. Oğlunun ney-düğü belirsiz bir kızla evlenmesini istemiyordu.

Ama ahizenin öbür ucunda ki kırılgan ses öylesine içten bir "Baba" demişti ki.. Bir anda altüst olmuştu Tevfik Bey'in tüm düşünceleri. Sert bir sesle konuşmaya çalışarak;

-"Buyrun Deniz." dedi Tevfik Bey.

Deniz, midesinde uçuşan kelebekleri bastırmaya çalışıp olanca cesaretini toplayarak hiç düşünmeden kalbinden dökülen kelimelerle konuşmaya başladı..

-"Benim hiç babam olmadı biliyor musunuz? Ben çok küçükken kaybettim onları. Yıllarca hep bir baba şefkatinin hasretiyle yandım tutuştum. Evet size layık bir gelin olamam belki ama beni tüm kusurlarımla kızınız olarak kabul edebilir misiniz?" dedi. Ağzından çıkanları duymuyordu bile..

Melek, Deniz'in kolunu büyük bir sevgiyle sıktı, gözleri dolmuştu. 

Tevfik Bey'in herkese karşı olan sert kabuğunu tek kırabilen insan kızı Melek'ti ve bu fikir Melek'in aklına gelmişti. Babası aslında yufka yürekli çok iyi bir adamdı ama her nedense başkalarına karşı sert ve dikta eden bir tavır takınırdı.

Tevfik Bey olduğu yerde donup kaldı, bir şeyler söylemek istiyor ama konuşamıyordu.
Karşıda ki ses öylesine içten, öylesine muhtaç konuşuyordu ki Tevfik Bey istese de karşı koyacak kelimeleri bulamıyordu.

Deniz, içinde yanan aile hasretiyle konuşmaya devam etti;

-"Düştüğümde beni kaldıracak, yalnız kaldığımda sırtımı sıvazlayacak babam siz olur musunuz?" Sözlerini tamamlayamadan, gözlerinde ki yaşlar inci olup akmaya başlamış, sesi çatallaşmıştı. Ama aldırış etmeden  ağlaya ağlaya konuşmaya devam etti.

-"Ben yetimim, ama bu yetimliği dindirebilecek olan tek kişi sizsiniz, ömür boyu bu eksikliği yaşadım. Ne olur beni babasız ve kimsesiz bırakmayın. Lütfen." Deniz, hıçkırıklarla ağlamaya başladığında sözlerini zor bitirebilmişti.

Tevfik Bey, Deniz'in sözlerinden öylesine etkilenmişti ki bir türlü konuşamıyordu. Ne diyeceğini bilmiyordu gözleri dolu dolu olmuş, konuşsa ağlayacak hale gelmişti. Deniz'in hıçkırıkları duyuluyordu telefondan.

Tevfik Bey'in içi paramparça oluyordu sanki. Daha fazla o hıçkırıkları duymamak için telefonu kapattı.
Sonrasında ise ne olduğunu ne yaptığını bilmeden bu salonda, onu hiç beklemeyen bu insanların arasında buldu kendisini.

...

Deniz, heyecandan ve mutluluktan ne yapacağını bilmez bir halde bir anda ayağa kalktı ve Tevfik Bey'e doğru koşmaya başladı.

Bora ise iyice gerilmeye başlamıştı ve babasının Deniz'e ters davranarak kalbini kırmasından korkuyordu. Bir an ne yapacağını şaşıran Bora'da bir anlık hareketle oturduğu yerden sıçrayarak Deniz'in peşinden hızlıca yürümeye başladı.

Zeynep Hanım olduğu yere çivilenip kalmıştı sanki ne yaptığını bilmeden olanları izlerken Melek'in elini öylesine sıkmıştı ki Melek söylenerek elini çekek zorunda kalmıştı.

Herkes nefesini tutmuş olacakları beklerken Melek ve Deniz diğerlerinin aksine Tevfik Bey'in neden geldiğini biliyordu.

Deniz, nihayet koşar adımlarla Tevfik Bey'in yanına geldiğinde hiç bir şey söylemeden boynuna atlayarak sıkıca sarıldı ve kimsenin duymayacağı kadar kısık bir sesle;

-"Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim babacığım!" dedi..

Tevfik bey hayatında ilk defa gördüğü bu kızın sevecenliği ve samimiyeti karşısında çok duygulanmıştı. Hayat garip tevafuklar ve güzelliklerle doluydu. Deniz'in iyiliği ve sevgisi her kalbe işliyordu, duyguları öylesine saf ve temizdi ki bu durumu Tevfik Bey'in de sert kabuğunu kırıp, katı kalbini yumuşatmıştı.

Tevfik Bey, hiç bir şey için geç kalmamış olmanın verdiği mutlulukla kendisine sıkıca sarılmış olan bu yetim kızcağıza kendi kızı gibi sıkıca sarıldı. Bu görüntü öylesine güzel öylesine büyülüydü ki salonda ki onca kalabalığa rağmen çıt bile çıkarmadan herkes onları izliyordu.

Bora, onların yanlarına geldiğinde ne olup bittiğine anlam veremiyordu. Ne olmuştu da ömrü boyunca hep yüzünde sert bakışlarını gördüğü bu adamın yüzünde şimdi nedamet ve mutluluk vardı.

Deniz, babasına sıkıca sarılmış babası da Deniz'e aynı tepkiyi vermişti. Nihayet bir kaç dakika süren sarılma faslından sonra Bora, hayatında ilk kez babasının ağladığını görmüştü. Öylece, şaşkın ikisine bakmaktan kendini alamamıştı.

Tevfik Bey, ani bir hareketle kendilerine şaşkın şaşkın bakan Bora'ya da sarılınca Bora'nın endişeden kasılan bedeni bir anda gevşemiş, içinde nüfuz eden bir sıcaklık hissiyle gözleri dolu dolu olmuştu. Ömrü boyunca babasının kendine hiç böyle sarıldığını hatırlamıyordu. Baba oğul nihayet kendilerini daha fazla tutamayıp ağlamaya başlamıştı.

Bir müddet birbirine sarılan baba oğul göz göze geldiğinde Bora gözlerini silip şaşkın ve mutlu bir sesle;
-"Ama baba, sen nasıl?" dedi. Bora henüz sözünü tamamlayamadan Tevfik Bey oğlunun sırtını sıvazlayarak;

-"Sanırım yarım kalan bir işimiz var, hadi önce onu tamamlayalım." diyerek oğlu ve gelinin kollarından tutup onlarla birlikte nikah masasına geldi.

-"Memur Hanım buyurun kaldığınız yerden devam edin. Kızımla oğlumu evlendirin artık." derken gözlerinde ki yaşlar hala akmaya devam ediyordu.

Bora ve Deniz el ele son derece mutlu bir şekilde yerlerine otururken Bora hala mutluluktan ne diyeceğini, ne yapacağını bilmiyordu..

...

Düğün öylesine güzel olmuştu ki herkes günlerce Bora ile Deniz'den ve düğünlerinin ne kadar güzel olduğundan bahsetmişti. Deniz ve Bora da babalarının bu mutlu günde yanlarında olmasıyla mutluluklarını ikiye katlamışlardı. Deniz için her şey mükemmeldi. Bu yaşadığı mutluluk ömrü boyunca çektiği acılara bir hediye olarak verilmişti sanki öyle hissediyordu.

Muhteşem geçen düğünün ardından ikisi bir kaç ay oradan oraya gezerek balayı yapmış ve mutluluklarına mutluluk eklemeyi ihmal etmemişlerdi..

Hayat güzeldi..

....

OCAK 2005

Düğünün üzerinden aylar geçmişti ama Bora ve Deniz hala aşklarından hiç bir şey kaybetmemişti.
Deniz, yüzüne vuran günün ilk ışıkları eşliğinde gözlerini açtığında hemen sağına dönüp eşine baktı. Sanki bir gün uyandığında onu yanında bulamayacakmış gibi hissediyordu. Öyle çok seviyordu ki onu, her an görmek, sesini duymak ve sevdiğinin yanında olmak istiyordu. Neyse ki her zaman olduğu gibi Bora yanında mışıl mışıl uyuyordu.

Deniz, tebessüm edip Bora'nın dudaklarına küçük bir öpücük kondurarak yataktan hafifçe doğruldu, artık karnı iyice büyümüştü.

Ve hareketleri büyüyen karnıyla birlikte kısıtlanmaya başlamıştı. Ayrıca son kontrole gittiğinde doktor ona çok dikkatli olması gerektiğini, bebeğinin erken doğma riski taşıdığını söylemiş ve ani hareketler yapmaması için sıkıca tembihlemişti.

Deniz, doğrulduğu yerden dışarı bakarken doktorun dedikleri yine kulaklarında çınlamaya başlamıştı.

İçi ürperdi Deniz'in, havalar iyice soğumuştu. Yine yavaş bir hareketle oturduğu yerden kalkıp kapalı olan perdeyi iyice açarken havaya baktı. Sabah olmasına karşın havayı gri bulutlar kaplamış ve iyice karartmıştı. Deniz kendi kendine;

-"Yaz ne çabuk geçti." diye söylendi. Evet rüya gibi güzel bir o kadarda çabuk geçip gitmişti koskoca mevsim..

Deniz bu gün kendini bir garip hissediyordu ne olduğuna bir türlü anlam veremedi havanın kapalı olmasından sanırım diye düşünerek mutfağa gitti.

...

Dakikalar sonra Bora ne olduğun anlayamadan acı bir çığlık sesiyle uyandı...




(Devam Edecek)

Nursalkımın..

23 Kasım 2012 Cuma

HÜZNÜN ÖZÜ..



Damla damla yağan neydi?
Gözlerimle hava bu gün bir kararmıştı sanki!
Gri bulutlar sararken çehremi, çevremi..
Ağlayan kimdi?
Gökyüzü mü? Yoksa ben mi?

Bildin mi?

Hepside yağsın bırak boş ver..
Gerçekten güzel olur bilir misin?
gök yağarken gözleri ağlamak!
Dil sükut ederken sözleri avaz avaz haykırmak..
Anlayana elbet! Anlayabilene yani..

Bilse! bilsen..
Duysa ya, duysan!
Olmazdı, olmadı da..

Sonra baktı gözlerim, gökyüzüne..
Bulutların arasından sızarken güneş..
Bir umut filizlendi gözyaşlarımın değdiği tenimde!
Umut bu, yenir mi?
Ellenir mi?
Parmaklar tutar mı bir ucundan?
Uçar mı bilinmeyen diyarlara?
Uçurur mu?
Bilemedim, bilseydim..

Sustu, sustum..

Nursalkımın..

22 Kasım 2012 Perşembe

KIRIK AYNALARDAN ÇALINIR GÖRÜNTÜLER..



Bu gün bir boşluk içinde, soğuğun ruhuma empoze edilmiş halini yaşıyorum sanki..
Üşüyorum ama duyularım pert olduğu için hissedemiyorum pek yüzüme çarpan soğuğu..
Neden bilmiyorum ruhumda ki bu kasvet..
Belki de bu memleketin soğuk temasındandır..

Belki de sayılı olan yalnızlığımdan..
Neyse saydım saydım bitiremedim ben,
Öğrendim ki sayılan her şey sonsuza düşermiş!

Camdan da bakıyorum bazen,
Ve görüyorum huzur karşı apartmanın balkonunda kalmış..
Bedenim ayna misali yansıtıyor ya onu,
Işık'ı benden kırılıyor, ışık bende kırılıyor..


Soğuk, ruhumun ince çizgisinde buz tuttu ya,
Kırılmaya, parça pinçik olmaya ramak var..

Ondan ve öyle işte!

Nursalkımın..

20 Kasım 2012 Salı

SON SİGARA..! (13.Bölüm / Hikaye)



EYLÜL 2004

-"Bir melek kadar güzel oldun Deniz abla." dedi Melek Deniz'e hayran hayran bakarken.

Deniz gülümsedi;

-"Tıpkı senin gibi yani?" diyerek hem Melek'i hem de yanlarında olan Bora'nın annesi Zeynep hanımı gülümseten muzip bir cevap verdi.

Melek'in yüzünde ki gülümseme birden daha da büyüdü, abisinin âşık olduğu bu kadına kendisi de büyük bir sevgiyle bağlanmıştı. Deniz, bu kısacık zaman zarfında ona çok iyi bir abla olmuştu, daha tanışalı bir ay gibi kısa bir zaman geçmesine rağmen aralarından su sızmıyordu. Hatta zaman zaman Bora ikisine "bakıyorum da bu iki güzel bayan bir araya gelince beni unuttu" deyip nazlanıyor ve takılıyordu.

Halbuki Melek abisine aşık bir kardeşti ama şimdi artık her şey de Deniz'in yanında olmaya başlamıştı.  Deniz'in kimsesiz olması onu çok üzüyordu ve bunu hissettirmemek için elinden geleni yapmaya çalışıyordu. Kendini adeta Deniz'e bir kardeş addetmişti.

Ama bu sevgi elbet karşılıksız değildi çünkü Deniz de Melek'i gerçekten çok sevmişti, bunca yıldır tek başınayken şimdi kocaman bir aileye sahip olmuştu. Bora'nın annesini de çok seviyordu ama Melek hepsinden ayrı olmuştu onun için. Bir kardeşi olsa ancak Melek kadar sevebilir ve yakın olabilirdi.

Deniz, aynada beyazlar içinde kendine bakarken aklına kendi ailesi geldi. Acaba annesi yaşasaydı ve şimdi yanında olsaydı neler hissederdi, bunu kestirmeye çalıştı. Gayrı ihtiyari eli boynunda ki anne ve babasının resimlerinin olduğu kolyesine gidince gözlerinden akan bir iki damla yaşa mani olamadı.

Anne ve babasının yokluğu her ne kadar içini yaksa da Deniz'in içi rahattı. Öz ailesi yanında yoktu ama Bora ve ailesi onunlaydı ve biliyordu ki her anne baba kızlarının böyle bir ailenin yanında olmasından mutlu olurdu. Deniz'in şimdi kocaman bir ailesi olmuştu. Üstelik çok yakında bu aileye küçük bir fert daha katılacaktı.

Derin derin bunları düşünürken farkında olmadan eli karnına gitti. Zeynep Hanım Deniz'in aklından geçenleri okumuş gibi gelinine sıkıca sarıldı.

-"Üzülme güzel kızım, her ne kadar madden olmasa da onlar şimdi manen senin yanındalar ve eminim çok mutlular. Ben buna eminim." dedi. Deniz, gözlerinde ki yaşları silip tebessüm etti ve Zeynep Hanım'a sıkıca sarılarak teşekkür etti. Kendisine böyle güzellikler verdiği için ALLAH'a şükretti bir kez daha.

Zeynep Hanım çok samimi ve çok kibar bir kadındı. Deniz'e her şeyde yardımcı olmuş ve sıcak davranmıştı.

Tanıştıkları ilk gün aklına geldi Deniz'in, Bora hava alanından Melek'i ve Zeynep Hanım'ı almaya gittiğin de Deniz ne yapacağını şaşırmıştı. Onların kendisini sevmemesinden çok korkuyordu. Onlara kendini sevdirmek için elinden geleni yapmaya kararlıydı.

O gün Deniz en ince ayrıntısına kadar evi derlemiş toparlamış ve elinden gelen bütün güzel yemekleri yapmıştı. Hem Bora'yı sevindirmek hem de ailesini memnun etmek istiyordu. Her şey iyilikle ve güzellikle olsun istiyordu.

Bora'nın ailesinin kendisini nasıl karşılayacaklarını bilmediği için başta tedirgin olmuştu, çünkü daha tanımadan Bora'nın babası Deniz'e kesinlikle karşı çıkmış ve bu evliliği reddetmişti. Deniz bu duruma kahrolmuş ve Bora'nın kardeşi ile annesinin de kendisini sevmeme ihtimalinden korkmuştu ama düşündüğü gibi olmamıştı hiç bir şey, daha ilk günden birbirlerini çok sevmişler sanki kırk yıllık tanışık gibi samimi olmuşlardı. Zaten Bora gibi birinin ailesi nasıl kötü olabilir ki diye de düşünmüştü kendince Deniz.

Eve geldiklerinde daha Deniz'i kapıda görünce sıkıca sarılmışlar, bağırlarına basmışlardı. Bora, Deniz'in hikayesini yolda annesine ve kız kardeşine tüm detayları ile anlatmıştı. Zeynep Hanım ve Melek, Deniz'in yaşadıklarını duyunca çok üzülmüşlerdi. Üstelik Bora, Deniz'i anlatırken öylesine mutlu ve huzurlu görünmüştü ki onlarda daha tanımadan Deniz'i sevmişlerdi.

Deniz her şeyin tatlıya bağlanmasına ve sevdiceğinin ailesinin böyle sıcakkanlı insanlar olmasına çok sevinmiş ve ALLAH'a bir kez daha şükretmişti.

Her şey yolunda ve kusursuz ilerlemişti tek sorun Bora'nın babası Tevfik Bey bu evliliğe karşı çıkmış ve düğüne gelmemişti. Deniz, bu duruma çok içerlemişti. Her ne kadar Bora, "üzülme babam böyle bir insan, yapacak bir şey yok." demişse de o bu eksikliği bir türlü kabullenememişti. Üstelik Bora da aksini iddia etse bile bu duruma çok üzülmüştü ama belli etmemek için elinden geleni yapmıştı.

Deniz, bu anılar içinde kaybolmuş aynada kendine bakarken alnına dokunan bir çift dudağın sıcaklığı ile kendine geldi. Bora'nın onu her öpüşünde hala ilk gün ki gibi heyecan duyuyor ve karnında kelebekler uçuşuyordu. Alnına konan öpücükle Deniz'in içi sıcacık olmuştu.

Bora, Deniz'in aynaya yansıyan görüntüsünü gördüğünde karşısında duran güzellik yüzünden sanki dili tutulmuştu. Konuşmak için ne kadar çabalasa da hiçbir şey söyleyemedi. Gözleri parladı ve bu kadının eşi olma gururuyla göğsü kabardı. Her geçen gün Deniz'i daha yakından tanıyor ve daha fazla aşık oluyordu.

Deniz, kendisine hayran hayran bakan Bora'nın omzunda duran eline dokundu.
-"Sen mi geldin aşkım?" diye sordu tebessüm ederek. Bora, aynadan yansıyan görüntüde ki güzelliğin kendisine gülümsediğini görünce heyecanı iki kat daha arttı.

-"Çok.. Çok.. Güzel olmuşsun Sevgilim, eminim prensesler bile kıskanır seni." Dedi kekeleyerek.

-"Öyle güzelsin ki bunu hangi kelimelerle ifade edeceğimi inan bilmiyorum birtanem. Sadece şunu bil seni her şeyden çok seviyorum." diye devam etti Bora konuşmasına.

Deniz'in mutluluktan gözleri dolmuştu, Melek'in de yardımıyla yavaşça ayağa kalktı ve karşısında durup beyaz bir takım elbise içinde kendisine hayran hayran bakan adama sıkıca sarılarak;

-"Prensim varken prenses olmamak mümkün mü sevgilim?" diyerek muzipçe güldü. Onlar birbirine öylesine dalmışlardı ki Zeynep Hanım ile Melek'in odadan yavaşça çıkıp onları yalnız bıraktıklarını fark etmemişlerdi bile.

Bora, Deniz'in önce alnına sonra da dudaklarına küçük bir öpücük kondurup duvağını örtmesine yardım edip koluna girerken;
-"Seni çok seviyorum birtanem, bana böyle bir mutluluğu bahşettiğin için sana çok teşekkür ederim." dedi ve mutluluktan dolan gözlerini kırpıştırdıktan sonra konuşmaya devam etti.

-"Bizim için gelen misafirlerimizi daha fazla bekletmeyelim artık. Hadi inelim!" diyerek artık çıkma vaktinin geldiğini hatırlattı.

Deniz'in kalbi küt küt atmaya başladı, öylesine mutluydu ki adeta havalarda uçuyordu, Bora'ya müteşekkir ve sevgi dolu bakışlarla bakarken konuşamadı, gözünden akan bir damla yaşın ardından yutkunurken sadece;

-"Bende Seni Seviyorum..!" diyebildi.

Beyaz sade ve şık gelinliği içinde adeta kuğulara benzemişti. Öylesine duru bir güzelliği vardı ki  kuaför Deniz'e neredeyse makyaj bile yapmamıştı.

İkisi de hem çok heyecanlı hem de Bora'nın babasının gelmeyişinden dolayı buruktu. Bora her ne kadar ümidini kesmişse de Deniz hala içinde bir yerlerde Tevfik Bey'in gelerek onların bu en güzel gününde yalnız bırakmayacağı umudunu taşımasına rağmen geçen her dakika ile birlikte onun da yavaş yavaş umudu kırılmaya başlamıştı sanki. Sanırım artık bunun için geç diye düşündü Deniz, çok üzülse de bu gerçeği kabul etmesi gerektiğini biliyordu. Her şeye rağmen bu gün en mutlu günüydü.

Son kez birbirlerine bakıp gülümserlerken Melek'in kapıdan "Hadi çifte kumrular, burada sizi bekliyoruz ve ağaç olduk" diye mızırdayan sesini duyduktan sonra el ele tutuşup hazırlık odasından nikahın kıyılacağı salonun merdivenine doğru yavaşça çıktılar.

Bitiminde kocaman siyah beyaz karolarla kaplı, etrafı tamamen manzaraya açılan camlarla çevrili büyük bir salon olan uzun bir merdivenin önüne geldiler. İkisinin de yüreği küt küt çarpmaya başlamıştı. Düğünden önce ne kadar prova etmiş olsalar da sanki ilk kez merdivenlerden inecek gibi hissediyorlardı.

Deniz, salona giriş yapacakları müziğin sesini duyana kadar beklerken etrafa şöyle bir göz gezdirdi.
Tüm genç kızlar gibi kendisinin de hep hayal ettiği o düğünü şimdi gerçekten yaşıyordu, ömrü boyunca bunun sadece rüyalarında olabileceğini düşünmüştü ama işte her şey gerçekti ve gerçekten muhteşemdi.

Etraf beyaz tüller ve rengârenk  kır çiçekleriyle süslenmişti. Salonun tavanından simli iplere asılmış beyaz papatya figürleri, muhteşem koca avizelerden yansıyan ışıklar eşliğinde hem parlıyor hem de çok güzel görünüyordu.

Hemen merdivenin sağ tarafında, beş altı metre ileride kocaman bir nikâh masası vardı. Nikâh masasının etrafı beyaz tüller, renkli mumlar ve kristallerle süslenmiş, masanın üzerine de beyaz güller serpiştirilmişti. Her şey eksiksiz ve kusursuz görünüyordu.

Sanki bunların hepsi bir rüya, Deniz'de bu rüyanın prensesiymiş gibi hissediyordu. Yaşadığı bu tarifsiz mutluluğun yanında küçük bir burukluk hüzünlendiriyordu onu ama yapacak bir şey yoktu. Deniz, elinden geleni yapmıştı nede olsa...

Evet, nihayet salona giriş müziği başladığında Bora ve Deniz el ele tutuşup, tek tek merdivenlerden inmeye başladılar. Dünya Deniz ve Bora'nın etrafında hızlı hızlı dönmeye başlamış ve ikili salonda ki kalabalığa rağmen sanki hiçbir şey göremez ve duyamaz olmuşlardı. Sanki tüm dünya birden donmuş ve orada sadece ikisi kalmıştı.

Deniz, sevgilisinin elini sıkıca tutmuş, kulağında uğuldayan piyano ve keman karışımı tınının eşliğinde yavaş yavaş aşağı inerken merdivenin bitiminde Melek'le birlikte onları bekleyen ve kendilerine büyük bir sevgiyle bakan Zeynep Hanım'ın mutluluk gözyaşlarını görebiliyordu. Deniz’in de gözleri dolmuştu.

Her şey çok güzeldi, Deniz hayatının en güzel ve en özel dakikalarını yaşıyordu, Bora'nın arkadaş ve akrabalarından yüzlerce kişinin meraklı gözleri ikisinin üstündeydi.

Deniz'in Melis ve Salih amcadan başka hiç kimsesi olmamasına rağmen Bora ve ailesinin çok seveni olduğu için düğün oldukça kalabalıktı. Hatta o kadar kalabalıktı ki misafirler neredeyse salona sığmamıştı. Bir kısmı açık olan terasa geçmiş düğünü oradan izliyorlardı.

Deniz'in yetimhaneden arkadaşı Melis'ten başka tanıdığı olmadığı için sadece Melis'i davet edebilmişti. . Birde Bora ile ikisinin ortak tanıdığı ve çok sevdikleri Salih amca vardı.

Salih amcayı düğüne davet ettiklerinde, Salih amca Bora'nın omzuna hafifçe vurarak;
-"Seni de çok severim evlat ama ben Deniz kızımın tarafı olarak geleceğim düğüne ona göre" demişti.

Deni,z Okyanus kafeden bir iki kişiyi daha çağırmaya niyetlenmiş ama Halil'in bu düğünden haberdar olup bir sorun çıkmasını istemediği için cesaret edip davet edememişti arkadaşlarını.

Bunları düşünürken Deniz'in dalgın gözleri Salih amcanın mutlu gözleriyle buluştuğunda kendisine sevecen bir şekilde bakan yaşlı adama minnetle gülümsedi.


Nihayet merdivenlerden inme merasimi bittiğinde, iki sevgili birbirlerine gülümseyerek baktılar, daha sonra da Bora, tıpkı prova ettikleri gibi Deniz'in önünde nazikçe eğilerek dans etmek için elini uzattı. Deniz kendisine uzatılan eli sevgiyle ve sıkıca tutarak sevdiğinin nazik teklifini kabul ettiğini belli etmek için hafifçe dizlerini kırarak eğildi ve birlikte güzel bir şarkı eşliğinde dans etmeye başladılar.

Deniz ve Bora birbirine öyle güzel yakışmıştı ki salonda ki herkes onları hayranlıkla ve gıpta ederek izliyordu. Ama onlar gözlerini birbirinden alamadıkları için insanların hayran bakışlarının farkında bile değillerdi.

İki sevgili müzik bitinceye kadar kendilerini ve insanları mest eder şekilde dans ettikten sonra salonda bir alkış furyası koptu. Herkes gelin ve damadın üzerine rengârenk çiçekler ve gül yaprakları atmaya başladı.

Deniz ve Bora dansa ve birbirlerine öylesine dalmışlardı ki kopan alkışla ancak kendilerine gelebilmişlerdi. Düğünün planlamasını ve sunumunu yapan Oktay Bey'in şen sesi ile davet edildikleri nikâh masasına doğru yürürken bile iki sevgilinin hem elleri hem de kalpleri sıkıca birbirine kenetlenmişti.

Masaya yaklaştıklarında Bora önce Deniz'in oturacağı sandalyeyi kibarca çekip oturmasına yardım etti ve sonra kendisi için hazırlanmış olan yere geçip oturdu.

Nikâh memuru Şevval Hanım'ın Bora'nın çok sevdiği eski bir arkadaşıydı. Eskiden Bora'ya "Eğer bir gün evlenirsen, senin nikâhını mutlaka ben kıyacağım" diye sık sık takılırdı ve şimdi bu gerçek olmuştu. Şevval Hanım bu nikâhı kıyacak olmaktan büyük mutluluk duyuyordu.

Masaya oturduklarında etrafına bakınan Deniz, her şey ne kadar mükemmel diye geçirdi aklından, ama bunu düşünürken gözleri Bora’nın güzel yüzüyle buluştuğunda bir anlıkta olsa bir buruk bir hüzün gözlerinden geçip gitti.

Şevval Hanım nikâhı kıymak üzere mikrofonu alıp konuşmaya başladı.

-"Sevgili konuklar bu gün burada hepimizin tanıdığı ve eminim ki hepinizin benim kadar çok sevdiği arkadaşım Bora'nın ve onun güzeller güzeli sevgilisi Deniz'in nikâhını kıymak ve mutluluklarına eşlik etmek için toplanmış bulunuyoruz." Deyip derin bir nefes aldıktan sonra konuşmaya devam etmek için ağzını açmıştı ki bir anda salonda oluşan sessizliği delen adım sesleriyle dikkati dağıldı.

Herkes gibi Şevval Hanım'da başını kaldırıp, nikâh salonun, sahile doğru açılan kapısından vakur adımlarla içeriye gelen kişiye meraklı ve soran gözlerle bakmaya başladı.
….

(Devam Edecek)


Nursalkımın..

19 Kasım 2012 Pazartesi

Şimdi Yapayalnız.. Karma Karışık :S



Bir otel odasında tek başımayım diye başlık cümlesine devam edip demagoji yapmak istiyorum ama o kadar yorgunum ki, bunu yarın yada bir sonra ki gün yada öbür sonra ki gün yapsam olur mu :)
Nasıl olsa bundan sonra bir çok gece tek başıma, otel odasında falan olacak :)

Ama bir şey diyeyim mi, ben evimi ve eşimi çok özledim yahu. :(

Üstelik İstanbul'um, ah taşı toprağı sıcak İstanbul'um.
İnan bana seni mumla arıyorum! anneeem, bu Kayseri ne soğukmuş böyle.
Gündüz yürümekte zorlandım desem yalan olmaz, kansız biri olaraktan dondum resmen.
Hemen gülme okuyucu, öyle kansız değil!!!

Cık cık cık!

Neyse ALLAH bu Kayserililere sabır ve iç ısısı versin (amin).

Yine diyorum her neyse efendim, uzun lafın özü bendeniz bir kaç zaman belki blogdan uzak olabilirim.
Olmayabilirim de ama yine de olur da olursam diye haber edeyim dedim.
Hee, unutmadan; 'Son Sigara'nın yeni bölümünü yarın akşam söz yayınlayacağım.
Ama bu gün çok yorgunum beni mazur görün olur mu?

Olur, olur..

Gerçekten olur... (Gülücük)

Bu arada soğuk demişken ayy bu otel ne sıcak böyle biraz sonra fırında kızarmış nursalkımı oluvericem ALLAH muhafaza.
Pek tutarsız gördüm şimdi ben kendimi. Hem soğuktan şikayet, hem sıcaktan..
Aaa ne bu böyle canı! Kul değil mi işte, hiç bir şeyde sebat edip, şükretmeyi bilmiyoruz.
Rabbim sen kimseyi ne çok sıcakta, ne çok soğukta bırakma! (amin)
Neyse ben en iyisi yatıp uyuyayım da kendime geleyim.

İyi  geceler cümleten, ALLAH rahatlık versin.

Nursalkımın..

16 Kasım 2012 Cuma

DUA İSTİYORUM..!




Bazen canınızın bam teline dokunur ya hüzün...
İçerlersiniz ya hani, gözleriniz dolar, inceden inceye sızlayan bir sızıyla...
Bu gün sık yaşadım o duyguyu..
İçimden ah etmemek için çok tuttum kendimi..
İnce ince yandı da canım, lal oldum tuttum dilimi..
Zira sustum..
O an aklıma geldi, cuma bu gün!

Rabbim cumanın hürmetine sen içime ferahlık, yoluma aydınlık, ruhuma huzur ver..
Gönlüme, günüme neşe ve sevinç ver..
Güzellik ve bereket ver her yaptığımız şeyde..
ALLAH'ım içimde ki huzursuzluk sana malumdur, sen nurunla, ihsanınla doldur onun yerini...
Sana emanetim rabbim, sana muhtacım, sevgine açım..
Sen bırakma beni..


Müslüman kardeşlerimden gelecek duaya ihtiyacım var bu gün,
Hani diyor ya hadis-i şerifte;

“Bir Müslüman, yanında bulunmayan bir din kardeşi için dua ederse, mutlaka melekler ona, aynı şeyler sana da verilsin, diye dua eder.” (Müslim, Zikir 86; Ebû Dâvûd, Vitir 29)

“Bir Müslümanın, yanında bulunmayan din kardeşine yapacağı dua kabul olunur. Bir kimse din kardeşine hayır dua ettikçe, yanında bulunan görevli bir melek ona,‘Duan kabul olsun, aynı şeyler sana da verilsin.’ diye dua eder.” (Müslim, Zikir 87, 88; İbni Mâce, Menâsik 5)

diye, işte şimdi sizden bu hadislerin hatırına dua bekliyorum. Beni tanımasanız da benim için bir fatiha, bir ihlas, bir istiğfar, bir selevat, bir yasin, bir tevhid ya da daha fazlası, velhasılı kelam içinizden ne kopuyorsa okuyup, benim için dua eder misiniz?

Hayırlı cumalar..



Nursalkımın..

SON SİGARA..! (12.Bölüm / Hikaye )




Hayat tevafuklarla dolu bir okyanus misali derindi. Zaman akıp geçiyor hiç ummadığımız anlarda hiç ummadığımız acı tatlı sürprizler sunuyordu bizlere. Oysa çok değil bundan üç dört ay önce biri gelip Deniz'e 'hayatın tamamen değişecek, bir insan tarafından sevilecek ve deli gibi seveceksin' dese kim inanırdı?

Ama şimdi öyleydi! Deniz, bu gece sevdiği adamın kollarında uyumuş ve güneşe gözlerini yine onun kokusu eşliğinde, kendisini sıkıca saran kolları arasında açmıştı.
Mutluydu, hem de hayatında hiç olmadığı kadar. Kesinlikle dünyanın en büyük mutluluğuydu bu, daha ötesi var mıydı? 

Sordu kendine kendine.
-"Daha ötesi olabilir mi ?"

Oysa daha saatler önce belki de hayatının en zor kararını vermek için kendisiyle mücadele ediyor ve bu gün ki mutluluğundan usulca ve sakince gitmeye çalışıyordu.

Deniz, kendi kendine gülümsedi, şimdi tabağında büyük bir iştahla yediği bu 'kek' olmasaydı belki de Bora, ona yetişemeden o kapıdan karanlık ve loş bir kadere doğru çekip gidecek ve büyük kederler denizinde limansız ve sahipsiz bir yaşam mücadelesi verecekti.

Bunu düşünürken içi ürperdi Deniz'in, düşüncesi bile canını yakmıştı. Eli istemeden karnına gitti.
Evet yanında bir hediye olacaktı ama yine de o hediyeye her baktığında hem büyük bir mutluluk ve teselli bulacak hem de tarifsiz acılar yaşayacaktı.

Ama  Deniz'in çok sevdiği rabbi, her karanlığın sonunda olduğu gibi onunda şafağını söktürmüş, mutluluk güneşini dünyasına doğurmuştu.

Bundan sonra her ne olursa olsun her ne yaşarsa yaşasın sevdiği adam yanında olacaktı ve bunu bilmek dünyanın tüm kötülüklerine bedeldi Deniz için.

Deniz, farkında olmadığı şükür gözyaşları içinde derin düşüncelere dalmışken telefon çaldı. Telefonu alıp ekrana baktığında gözyaşlarının aktığı 'deniz gözlerinin' içi güldü, daha gideli beş dakika olmamıştı ama Bora dayanamamış arıyordu.

Deniz, kendi kendine "Canım sevgilim benim." dedi ve telefonu açtı.

...

Bu gün yaz başka bir güzel vurmuştu sahile, güneş başka bir parlıyordu gök yüzünde. Çiçeklerin rengi daha parlak, kuşların cıvıltıları daha netti.

Hayat denen zaman meftunu demek böyle güzel ve lezzetli olabiliyordu. Bora, öylesine mutluydu ki, sahilde kayalara çarpan her dalga, sanki her defasında yüreğindeki limana beyaz köpükler bırakıyor ve onu böylesine coşturuyordu.

Hayat artık bambaşkaydı, hem güzeller güzeli bir sevdiği, hemde hiç ummadığı anda sevdiğinden hediye bir çocuğu olmuştu.

Kulağa acayip ve imkansız geliyordu ama olmuştu.

Bora, büyük bir sevinçle evden çıkar çıkmaz annesini aradı ve olan biteni anlattıktan sonra en kısa zamanda Deniz'le evlenip yuva kurmak istediğini söyledi. Annesi Bora'nın tahmin ettiği gibi sevinçten havalara uçmuş ve en yakın zamanda kardeşini de alarak yanlarına geleceğini ve hazırlıklara başlayacaklarını söylemişti.

Bora, mutluluktan havalara uçuyordu, artık tek bir pürüz vardı o da durumu babasına anlatmak. Bununla nasıl baş edeceğini bilmiyordu ama artık hiç bir şey umurunda değildi ve babasının vereceği tepkiden korkmuyordu.

Hem güzel karısını özlemişti Bora, hem de annesine verdiği haberi anlatmak için heyecan duyuyordu.

Çok çalmadan açtı Deniz telefonu;

-"Efendim canım." dedi şen şakrak bir sesle.

Bora, Deniz'in sesini duyduğundan yine, yeniden aşık olduğunu düşündü.

-"Deniz'im, nasılsın canım?" dedi.

Deniz'in heyecandan elleri titriyordu. Hala inanamıyordu Bora ile birlikte olduklarına.

-"Seni özlemek dışında iyiyim." diye cevap verdi.

-"Ben de seni özledim birtanem, sana bir haberim var, umarım mutlu olursun." dedi Bora, içi içine sığmıyordu.

Sonra annesi ile aralarında geçen konuşmayı ve yakında düğün için geleceklerini anlattı. Deniz, çok mutlu olmuştu.

Demek yakında Bora ile resmen evleneceklerdi. Dünya artık onundu...

(Devam Edecek)

Nursalkımın..

15 Kasım 2012 Perşembe

KİTAPLARIM GELDİİİİİİ


Evet arkadaşlar bir gün gecikmeli bir teşekkür yazısıdır bu. 

Dün çok sevindiğim bir olay oldu! Nadir olarak katıldığım çekilişlerden birini ilk defa ben kazandım :) Çekilişin hediyesi kitapLAR olunca tabi bu durum benim için harika oldu. Zira hepsini okuyamasam da benim süregelen bir kitap alma alışkanlığım vardır. Bir kitapçı gördüm mü içeri girip kitap almadan duramam :)

Sağ olsun Cicileydi Zeynep (TIK) arkadaşım bana bir birinden güzel kitaplar ve minik minik hediyeler göndermiş, kargom dün itibari ile elime geçti. Şimdi ona beni bu kadar mutlu ettiği için çoook ama çook teşekkür ediyorum. Ve gelen kitaplarımın resmini aşağıda sizinle paylaşıyorum :) Herkeste kıskansın :) 

(Yüzsüz Not: Gönderilecek olan okunmuş-sıfır kitap hediyelerine hiç bir zaman hayır demeyeceğimi de buradan belirteyim :P )

Sevgiler efendim :)


İşte Cicilerim ;




Nursalkımın..

BOLU / ABANT (04 Kasım 12)

Aslında kendime söz vermiştim gezdiğim, gördüğüm her yeri paylaşacaktım blogda ama hep üşengeçliğime denk geliyor maalesef. Neyse bu gün resim arşivine bakarken hızımı alamadım, baktığım resimlerin bir kısmını burada da paylaşayım dedim. 

Abant, benim çok sevdiğim ve ailecek sık sık gittiğimiz doğa harikası mekanlardan biridir. Üstelik bu sefer ki gidişimiz son bahar renkleriyle cümbüşe dönen öyle bir zamana denk geldi ki, manzaranın seyrinden gezi boyu başka ne yaptığımı hatırlamıyorum bile. 

O günden aklımda kalan pembe, sarı, turuncu, kırmızı, yer yer mor, yer yer yeşilimsi bir bitki örtüsünün sarıp sarmaladığı, upuzun dağlar ve bu dağların arasında salınıp duran duru bir göl..

Neyse arkadaşlar lafı uzatmayayım daha fazla ve sizi çektiğim resimlerle baş başa bırakayım. Resimlerin hepsi birbirinden güzel oldu zira çekilen manzara öyle güzel ki :) kendiliğinden tablo gibi çıktı pozlar.








































Nursalkımın..