29 Şubat 2012 Çarşamba

Çocuk..!



Duvarlarımın dizdar rengi solmuş,
Bir başka yakıyor içimi, lütfen kaybettiklerimi geri verin.
Sarmıyor şarkılar bu gün beni, tatmin olmuyor zavallı yüreğim!
Isıtmıyor ruhumu sevdalar, kederim bir başka derin..
Uzaklarım yakın oluyor, karma karışığım ve yakınlarım uzak..
Ne yer yüzü yetiyor bana bu dem, ne de göklere sığabiliyorum...
Tenim ürperiyor, yıkılıyor bir bir tüm direnişlerim...
Aciz kalan nefesim kesiliyor kaybettiğim yollarıma...
Tükettiğim dünlerim, alıp gidiyor yarınlarımı,
Soluk soluğa yarım yamalak heycanlarım,
Sığmıyor gözyaşlarıma!
Sevdalar fırlatılmış solgun gönlümde darma dağın...
Kurumuş topraklarım artık büyütemiyor tek bir çiçek...
İçimdekinin tarifi mümkün değil, bir adı yok, tadı ise acı..
Hüznümü yasladım baharlara,
Umutlarımı bağladım kavak yellerine..
Yarım bir sigara dumanıyla tüketiyorum hayallerimi...
Her ciğerime çekişimde, ölüm bir adım daha yakalıyor ellerimden..
Şimdi umutlarım köprü altı..
Ellerini açmış dilenmeye mahkum edilmişim kaldırımlarda..
Şimdi ben savunmasız, kimsesiz, çaresiz küçük bir çocuk,
Sessizlik daha bir sinsi sokuluyor bu gün varlığıma,
Yokluğun daha bir dokunuyor kanıma!
...
Kırıldım, tamirim mümkün değil...

Nursalkımın..

Bu Mektubu Okumadan Git..!


Durma git...
Üstelik bu satırları okumadan, sana olan hasretimi, çektiğim imkansız acılarımı bilmeden git..
Ne olur çabuk git..!
Ama giderken sakın arkana bakma ne olur!
Ne olursun çabuk git..!
Benim sevdaya susamış gönlümü, sana muhtaç olduğumu bilmeden git..!
Beni düşünme, ben alışırım akşamları yalnız yatmaya.
Sabah kalktığımda seni bulamayınca, başımı ellerimin arasına alıp sessizce ağlamaya...

Sakın içinde benim seni düşündüğüm endişesi kalmasın...
Ben seni düşünmem!!!
Belki gülüşünü..
Belki bana bakan deli gözlerini..
Belki de beni böyle çaresizce bırakıp gidişini..
Ama sana söz, seni düşünmem..!

Seni suçladığımı sanma!
Ben sadece kaderimi ve beni bırakmaya acımayan o yüreğini suçluyorum!
Ama seni değil..
"Sadece seni...."

-Umut mu?
-Bilmem..

Bana hiç uğramadı tebessümün dostları..
Benim hep hüzün dostlarım ve gözyaşlarının canları arkadaşlarım oldu...

Evet yalanlara alışık ruhum..
Hiç gerçeklerim de olmadı..

-Mutluluk mu?

O bana uğramadı..
Buradan geçerken bile kapımdan başını eğip geçti..
Gitti..
Bana hiç kalmadı...

Üzülme can özüm ben geride kalmalara alışkınım ..
Ve bırakıp giden sevgililere de!!!
Vefasızlara da alışkınım, yalancılara da..
Sadakat yemini isteyip, sadakatsizce kaçanlara da...

Ne olur git..
Çabuk git..

Ama dur gitme..

-Şey...
-Tamam, tamam.. Bir şey yok!
-Ben sadece..
-Neyse..!

Git de, giderken kapıyı kapa öyle git..

-Hayır hayır, yalvarırım dur!

Son defa yüzüme bak öyle git....

Ya da dur bakma!
Bakarsan hiç dayanamam..

Tamam artık git..

Gözyaşlarım sahte, sen inanma boş ver..

Git artıkkkkk!!!

Üstelik bu satırları okumadan, sana olan hasretimi, çektiğim imkansız acılarımı bilmeden git..

...

(Gidenlerde belki gitmek istemediler, ama mecbur kaldılar gitmeye...
Sen de mecburdun meleğim...
Seni anlıyorum ama,
Bir türlü kendimi anlayamıyorum...)

19-11-2005 // Gözyaşlarımdan...

Nursalkımın..

28 Şubat 2012 Salı

Fetih 1453 - Sinema


Merhaba, geçen hafta gittiğim Fetih 1453 isimli sinema filmini merak edenler için bir kaç şey karalayacağım..

Öncelikle bu filmde emeği geçenleri can-ı gönülden tebrik ediyorum. Türk Sinemasında bu tür başarılı yapımlar görmek, ülkemiz için gurur verici bir durum. Bu filmi izledikten sonra vardığım karar; "Demek ki bizlerde zamanla ve isteyince kaliteli yapımlar üretebiliyoruz." şeklinde olmuştur. Bu güne kadar imrendiğimiz ne kadar yabancı yapım varsa onlar kadar hatta onlardan da kaliteli bir filim izlediğimi söyleyebilirim.

Fetih 1453'e gelince;

Filimde ki hikaye bütünlüğü çok güzel işlenmiş. Kendimce ufak tefek eksiklikler gözlemledim ama onlarda çok göze batmıyor.
Bir kere en beğendiğim şey filimde absürt ve açık sahneler mevcut değil ve bu durum gerçekten filime ayrı bir kalite katmış. Zira bu durum yapıma annenizle, babanızla, çocuklarınızla hiç sıkılmadan gidip zevkle ve ibretle izleyebileceğiniz bir film olma özelliği getirmiş.

Ayrıca İstanbul'un fethinin en büyük gerekçesi olan "Kostantiniye (İstanbul) muhakkak fethedilecektir! Onu fetheden emir ne güzel emir; Onu fetheden ordu ne güzel ordudur." Hadisi Şerifinin filmin en başında özellikle vurgulanması ve filmin o tarihten başlatılması ayrı bir güzellik katmış.

Filimde ikinci güzel özellik ise Fatih Sultan Mehmet Han'ı işleyiş biçimleri olmuş. Padişahın hayatına saygıyla yaklaşılmış ve kesinlikle bu gün ki muadilleri gibi özel hayat deşifresi yapılmamış ve ahlak sınırları aşılmamış.
Filmde özellik verilen konu tam anlamıyla sadece fetih ve savaş olmuş.  

Aslında güzel özellikleri daha var fakat bunu zaten izleyenler de göreceklerdir. O yüzden gel gelelim filmi nacizane fikirlerimle eleştirme kısmına :)

Benim gözlemlediğim dört eksik konu vardı. 
Bunlardan ilki; Fatih Sultan Mehmet Han'ın savaş esnasında yaşadığı hezeyanlardan sonra Akşemseddin Hazretleri'nin kendisine fethi müjdelemesi ile şevke gelip askerleri ile yaptığı konuşma sırasında fethe sebep olan Hadis-i Şerifin özellikle vurgulanması beklerdim. O konuşma metninin içinde kulaklarım özellikle duymayı beklese de olmadı..

İkincisi;Gemilerin karadan taşınması olayına saniyelerle yer verilmiş, üstelik bu konunun nasıl planlandığı ve ortaya çıktığına hiç değinilmemiş. Yani Fatih gündüz askerlerine muhteşem bir konuşma yapıyor ve akabinde o sahneden hemen sonra gece gemilerin karadan yürütülme sahnesine geçiliyor. Bu bölüm gerçekten eksik olmuş, zira İstanbul'un fethinde ki en büyük özellik olan bu olayın üzerinde daha fazla durulması gerekirdi diye düşünüyorum.

Üçüncüsü; Filmin sonuna doğru Ulubatlı Hasan'ın sancağı alıp dikmesinden evvel, sancağın yere düşürülmesi olmuş. Bence o sancak elden ele dolaşırken ve askerler o sancak uğruna bir bir şehit olurken sancağın yere düşürülmesi güzel olmamış. Ben orada da sancak tam düşecekken Ulubatlı Hasan'ın yakalamasını çok bekledim.

Dördüncü ve son eksik ise film bittikten sonra ekrandan filmin cast bilgileri geçerken ben İstanbul'un fethini anlatan bir marşı dinleyerek salondan çıkmayı beklerdim. Onun yerine onca güzel ve gurur verici sahneyi izledikten sonra korku filmini andıran bir müzikle o salondan çıkmak bana hiç haz vermedi. 

Evet sevgili arkadaşlarım benim gözümden Fetih 1453 böyleydi. Tabi daha detaylar var ama onu da kendiniz gidip izleyin ve görün. Gerçekten aldıkları bilet parasının her kuruşunu hak ettikleri çok güzel bir yapım olmuş.
Şiddetle tavsiye ediyorum... 

Sevgiler zLş..



Nursalkımın..

Bir Şarkı ve Sen..!




Bir acı harlandı yüreğimde,
Sanki minicik bir kuş dağlandı ellerimde..
Bir şarkı namesi dolanıp kaldı dilimde.,
Ve gözlerim..

Gözlerim yağdı yine geceye..
Ay kızı penceremde uçuştu,
Periler benim aşkımla yandı tutuştu..

Ne ağırmış mazide kalan kırık bir sevgi parçası...
Ve ne acıymış giderken sevmek..
Bir bakışın masum hülyası,
İyileşmeyen yüreğimin kanayan yarası..
Fani ömrümün tükenmeyen yası!

Ve ben seni orda son defa gördüğümde..
Ve sen bana orda son defa güldüğünde..


...Sustuk

                 Baktık...

...Anladık


Gözlerin dile gelip;
Ve "artık bittik küçüğüm" dediğinde...

...Sızladık

                Kanadık....

...Ağladık

Gözlerimden damlıyorken bir bir zamanın kini,
Benden geldi geçti bazıları, yüreğimi mesken tuttu kimi!
Senden sonra bu limana uğrayan hiç bir gemi..
Bil ki çıkaramadı yüreğime sağladığın zehirli hançeri!

Şimdi rastgele açılmış bir radyonun kısık sesi beynimi tırmalarken,
Patlayacak gibi çarpıyor kalbim!
Üşüyorum... 
Umutlarım çaresiz bir dilenci,
Ve ben yalnızlığa yazdım seni!
Ölüyorum..

Ne kolaymış meğer senin gibiler için..
Oysa inanmıştım ben sana
Her şarkıda yerine sevemem diye yeminler ettiğinde..


Şimdi kulaklarımda bir kulaklık, ve silik bir name..
Çalıyor eski, bizim şarkımız..
Senden uzakta, yerine sevemem diye...

!


Nursalkımın..

27 Şubat 2012 Pazartesi

Tutulma ..



Hani ben zoraki tutturmuşken yıpranmış bir iple yüreğimin parçalarını birbirine,
Hani uçmasın diye ruhumu bağlamışken bir umut kirpiklerine,
Çaresiz sığınmışken kor misali yakan acılarımdan gölgene..
Sen gelip gururunla çekiştiriyorsun ya! Acımdan, acımdan...
Aklımı sıkmaktan düşüncelerim uyuşuyor..!
Efkarı çeke çeke ciğerlerime, nefesim tükeniyor!
Bilesin, adına yar koyduğum!
Bilesin ki; sabrım taşıyor!
Bilesin, o zaman takatim dağılmamak için beni zor tutuyor!
Bilesin!
İşte o zaman bedenimle canım arasında ölüme ramak kalıyor!


Nursalkımın..

Sensizlik ..




Gözleri gözlerime değen adam,
Yaktığın şehirlerim, şimdi hüzün yağmurları ile yıkanıyor..
Ruhumda terkettiğin ıssızlık, beni her geçen gün biraz daha sarıyor..
Avuçlarım yavaş yavaş soğuyor, parkamlarım sensiz, sessiz kanıyor..
Gözlerimi yumdum gözlerinde, göz yaşlarımı hapsettim hayalinde,
Hıckırıklarımı da susturdum,
Ama sahiplendiğin yüreğimi azat edip, senden gittiğimden beri teselli edemiyorum..

Ellerim ellerinde kalan adam..
Ruhum en son bıraktığın gibi hala darma dağın,
Şimdi dudaklarım kirli, bedenim bitkin ve sersem...

Sensizlik gece gibi çöküyor üstüme,
Sensizlik deprem misali yıkıyor duvarlarımı..
Sensizlik sel gibi çağlayıp götürüyor sabırlarımı..
Sensizlik bir bir kırıyor kanatlarımı..
Sensizlik şimdi azrail oldu,  alıyor canımı!

Sızlıyorum...

Yokluğun şimdi kıyamet gibi kopuyor bende..

Bitişleri oynuyorum..

Nursalkımın..

26 Şubat 2012 Pazar

Son Sigara // 10. Bölüm



BÖLÜM 5 // OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ..!
BÖLÜM 6 // OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ..!
BÖLÜM 7 // OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ..!
BÖLÜM 8 // OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ..!
BÖLÜM 9 // OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ..!


Deniz Bora'nın kahvaltısını bitirip okula gitmesini bekledikten sonra dün akşama dair tüm izleri silmek için Bora'nın odasına gitti. Oda düzenliydi ve ortalıkta görünen bir şey yoktu. En azından oraya buraya sakladığı havlu, çarşaf, kıyafet vs ortalıkta yoktu.

Geceye rağmen Bora'dan daha önce uyanıp her ne kadar onun kollarından ayrılması zorda olsa kalkıp odayı elinden geldiğince temizlemiş ve toparlamıştı. Sabah aceleyle oraya buraya sıkıştırdığı kıyafetleri ve yerini hatırladığı diğer eşyaları toparlayıp kirli sepetine attı. Daha sonra komedinin üstünde duran ilk yardım malzemelerini holde ki dolaba yerleştirdi.

Unuttuğu bir şey olup olmadığına bakmak için tekrar odaya dönecekken kapı çaldı.

-"ALLAH, ALLAH kim olabilir acaba?" diye soruyla karışık merak içeren bir cümleyi söylendi kendi kendine.
-"Bora!dır ya da kapıcıdır herhalde" diye düşünüp, koşarak kapıyı açtı. Düşündüğü gibi de olmuştu, gerçekten de gelen Bora'ydı. Telefonunu evde unutmuştu.

Bora evde unuttuğu telefonu almak için geri dönerken sabah yaşadığı Deniz'i kaybetme korkusunu düşünüyordu bir yandan. Deniz'in bu sabah evden gittiğini düşündüğünde ne yapacağını şaşırmıştı çünkü ona ulaşacak ne bir adres ne bir telefon yoktu daha da önemlisi Deniz'e uzakken acil bir şey olsa bir birlerine ulaşacak hiç bir iletişim aracı yoktu, bu durumun daha önce aklına gelmeyişine hayıflanmıştı Bora.

Deniz'i bir daha kaybetmeyi göze alamazdı, en azından ondan haber alabilecek bir telefon numarası olması gerekiyordu ve bu sebepten Deniz'e bir telefon almaya karar verdi, en azından evden uzak olduğunda ve ya Deniz dışarıda olduğunda ona ulaşabilirim dedi. Ve yol üzerinde bir alış veriş merkezinden beğendiği bir telefonu alarak hem kendi telefonunu almak hem de hediyesini Deniz'e erkenden verebilmek için eve geri gelmişti.
Kapıya geldiğinde zile basmadan evvel hediye paketine sarılmış telefon kutusunu poşetinden çıkararak eline aldı ve kapıyı çaldı, kapı Bora'yı çok bekletmeden açıldı ve Deniz karşı tarafta şaşkın bir yüz ifadesiyle göründü. Bora elinde ki paketi Deniz'e uzatarak;

-"Bu sana." Dedi kendisine şaşkın şaşkın bakan Deniz'e.

Deniz hiç beklemediği bu durum karşısında afallamıştı;

-"Nasıl yani? Bana hediye mi aldın?" diye sordu, bunu hiç beklemiyordu.

-"Evet küçük hanım, bu sabah seni evde bulamayınca çok korktum ve sana ulaşacak bir telefonun olsaydı eğer bu kadar endişelenmezdim." diye cevap verdi Bora gayet kendinden emin bir ses tonuyla.

Deniz'in gözleri dolmuştu ömründe ilk kez hediye alıyordu. Bu duyguyu daha önce hiç yaşamamıştı. Başını hediye paketinden kaldırıp delicesine sevdiği adama baktı;

-"Teşekkür ederim." derken neredeyse ağlayacaktı.
Bora Deniz'in yüzünde ki ifadenin solduğunu görünce bir an aklından acaba yanlış bir şey mi yaptım diye geçirdi ve;

-"Rica ederim Deniz, ama pek mutlu olmuşa benzemiyorsun." Dedi Bora.

Deniz buruk bir şekilde gülümsedi, Bora ona yine hayatında bir ilki yaşatıyordu, bu yanlış değil çok ama çok doğru ve güzeldi Deniz için. Tekrar elinde ki pakete bakarak;

-"Hayır, sadece ömrümde aldığım ilk hediye bu. Ve çok duygulandım. Daha önce kimse benim için böyle şeyler yapmadı, sen gerçekten çok iyisin." dedi. Dolan gözlerine mani olmaya çalışıyordu.

Bora Deniz'in neden hüzünlendiğini şimdi anlamıştı, hem Deniz'in bu güne kadar hiç hediye almayışına içyten içe üzülmüş ama bunu yapan ilk kendisi olduğu için bir bakıma mutlu olmuştu. İçinden sana tüm dünyayı alıp hediye etmek isterdim diye geçirdi ve Deniz'in dolan gözlerine bakıp;

-"Yaaa... Öyle mi.." Diyebildi sadece.
Deniz elinde ki hediyeye, Bora'da Deniz'in yüzüne bakarken bir müddet hiç konuşmadılar. Deniz'in daha fazla hüzünlenmesine kıyamayan Bora muzip bir şakayla bozdu sessizliği;

-"Beni içeri davet etmeyecek misiniz küçük hanım?" diye şakayla karışık takıldı Deniz'e. Bir bakıma haklıydı baya uzun süre kapı önünde beklemişlerdi.

Deniz Bora'nın muzipliğine gülerken, kendini toparlayıp;
-"Tabi ki. sizin gibi nazik ve centilmen birini kapıda bekletmek büyük düşüncesizlik olur." diyerek kapının önünden çekildi. İçeri geçtiklerinde meraklı bir şekilde elinde ki hediyenin paketini açmak için sabırsızlanıyordu.

-"Tekrar teşekkür ederim." dedikten sonra Bora'nın yanağına küçük bir öpücük kondurdu ve hediyesini açtı.
Paketin içinden bir cep telefonu çıkmıştı bunu gerçekten hiç beklemiyordu. Çok sevindi. Bora'ya dönüp;

-"Bu rehberin en özel kişisi sen olacaksın, çünkü numarasını kaydedebileceğim tek kişi sensin" dedi göz kırparak.

Bora bundan şikayet edeceğini söyleyemezdi.

-"Benim için hiç sorun olmaz, emin ol." Dedi ve oda Deniz'e göz kırptı.
Hayat bu aralar Deniz'e hem çok iyi hem de çok acımasızdı. Ömrünün en iyi insanını ona vermiş ama yasak bir elma misali araya aşılamayacak bir uçurum koymuştu. Deniz buna da razı olmuştu ve elindekiyle yetinecekti..


.....


Ağustos 2004

Bora henüz çıkmıştı evden, doktora için yaptığı tez çalışması bitmiş ve onun sunumu için okuluna gitmişti.
Deniz ve Bora artık iyice birbirinden uzaklaşmıştı. İkisi de içinde bulunduğu duygu yumağında karıştıkça karışıyor ve düğüm gittikçe çözülemez bir hal alıyordu. ikisi de birbirini deli gibi seviyor ama ikisi de aynı nedenden ve aynı yanlış anlaşılma duygusundan korkup birbirlerinden kopuyorlardı.

Ara sıra havadan sudan konuşuyorlar bazı akşamlar birlikte sinemaya gidiyor ya da sahile iniyorlardı. Ama zaman geçtikçe içlerinde ki aşk itirafsızlığın ve içine atmanın verdiği acı aralarında ki sessizliği büyüttükçe büyütüyor ve yanlış bir şey yapma korkusu ikisini bir birinden kaçmaya itiyordu.

Deniz bu sabah kendini hiç iyi hissetmiyordu, bünyesi gittikçe güçsüz düşmeye ve başı dönüp midesi bulanmaya başlamıştı. Aslında bu duruma neyin sebep olduğunu tahmin ediyor ama bu ihtimali bir türlü kendine itiraf edemiyordu. Aklında ki ihtimal bir takım belirtilerle gün geçtikçe daha da kuvvetleniyor ama Deniz durumunu görmezden gelip öğrenmekten her defasında kaçınıyordu.

O geceden sonra neredeyse iki ay olmuştu ve artık bu ihtimalden kaçmanın bir anlamı olmadığını iyi biliyordu. Deniz karşılaşacağı sonuçtan korksa da en sonun da bütün cesaretini toplayıp eczaneye gitmeye ve bir hamilelik testi almaya karar verdi.

...

-"Hadi, hadi, hadi.."

Deniz banyoda durmuş elinde ki teste bakıyor ve heyecanla sonucu bekliyordu. İlk çizgi henüz belirmişti, testin üzerinde net sonuç için üç dakika beklenmesi gerektiği yazıyordu. Prospektüs bilgilerini ezberlemişti neredeyse.

Deniz artık dayanamıyordu, heyecandan kalbi yerinden çıkacakmış gibi küt küt atıyordu. Sakinleşebilmez için bir müddet gözlerini yumdu ve açtığında karşısında gördüğü ikinci çizgiyle aslında tahmin etmesine rağmen yine de şok oldu.

Deniz bunu bekliyordu ama artık beklentiden öteye geçen ve resmen gerçek olan bu durum dizlerinde ki takati yerle bir etti, ayakta durmakta zorlanıyordu deniz yanında bulunan küvetin kenarına tutarak güçlükle yere oturabildi. Aklı karman çorman olmuştu.

-"Hamileyim.."

-"Hamileyim.."

-"Hamileyim.."

Sanki kendini hamile olduğuna inandırmak istercesine defalarca tekrar etti. İçinde ki duygu tarifsizdi, kendisine şaşırmıştı Deniz, daha önce bu ihtimal aklına geldiğinde böyle bir durumda üzülebileceğini düşünmüştü ama şimdi yanıldığını çok iyi anlıyordu. Çünkü şuan hissettiği tek şey garip bir mutluluktu. Hamileydi üstelik karnında taşıdığı bebek Bora'dan can almıştı. Elini karnında gezdirdi, üstüne garip bir rahatlama geldi, gözlerinin dolduğunu hissetti.

Kendini tutmadı, tutmayacaktı. Çünkü bu sefer gözlerinden akan yaşlar mutluluktandı. Bu duygu gerçekten garipti ama ilk başta ne kadar korksa da şimdi içinde hayatının ilk aşkından, bu güne kadar tek sevdiği adamdan bir parça ve bir emanet taşıyordu. Belki Bora hayatı boyunca yanında olmayacaktı ama sevdiği adamın bir parçası yani bebeği onunla olacaktı.

Garip ama artık huzurlu hissediyordu Deniz. Aylardır ilk kez artık Bora'yı kaybetme korkusunu unutmuştu. Çünkü artık Bora'yı ebediyen ona hatırlatacak ve onu avutacak biri olacaktı yanında.

-"ALLAH'ım bana bu hediyeyi verdiğin için şükürler olsun.." dedi.

Şimdi artık bundan sonra ne yapması gerektiğini düşünecekti. Bir plan yapmalı ve bunu uygulamaya koymalıydı.

Yakında karnı büyümeye başlayacaktı ve bu durum gizlenemez bir hal alacaktı. Bora'nın bu durumdan asla haberi olmaması gerekiyordu. Bebek yüzünden Bora'nın hayatını, kariyerini mahvetmesine asla izin veremezdi. Bora'nın kendini Deniz'e karşı sorumlu hissetmesi Deniz'in bu dünyada ki en son isteyeceği şeydi. Hem belki de Bora bebeğin bu dünyaya gelmesini istemeyecekti. Hayır bu olamazdı.

Deniz gitmesi gerektiğini anlamıştı. Bu sefer gitme düşüncesi Deniz için temelli bir kaybediş değil, yeni bir hayata başlayış olacaktı.

...

Deniz, çalan kapının sesini duyduğunda banyoda elinde ki testle koyu düşüncelere dalmış yapması gerekenleri planlarken orada öylece ne kadar durduğunu fark etmemişti.

Bir anda panikledi. Banyonun küçük camından dışarı baktığında havanın kararmış olduğunun yeni farkına vardı. Bora gelmiş olmalıydı. Sanki büyük bir suç işlemiş gibi hissediyordu kendisini, bir an ne yapacağını şaşırdı. Bir sağa bir sola dönüp duruyordu paniklemiş ve aklı karışmıştı. Sanki aklı donup kalmıştı.

Elinde ki testi aceleyle lavabonun yanında duran vazonun arkasına sakladı. Aceleyle elini yüzünü yıkadı ve
salona geçti. Bora'da üstünü değiştirip gelmişti. Yüzünde ki ifadeye bakılırsa günü iyi geçmişti, Deniz onu aylardır ilk defa gülerken görüyordu.

Bora kabul edilen tezinin mutluluğuyla bunu Deniz'e anlatmak için sabırsızlanıyordu, hemen lafa girmen için önce;

-"Nasılsın Deniz?" diye sordu Bora, aklından geçen günlük rutin sorular ve almayı beklediği cevapta günlük klişe cevaplardı aslında ve daha sonra artık doktorasını tamamladığını müjdeleyecekti.

Ama öyle olmadı, Deniz derin bir nefes aldıktan sonra her gün söylediği gibi "teşekkür ederim, ben iyiyim sen nasıl" diye sormak yerine farklı bir şey söyledi. Deniz hızlı hızlı konuşarak bir çırpıda

-"Ben bir iş buldum.." Dedi. Bu söylediğine kendisi bile şaşırmıştı. Kelimeleri düşünmeden söylemişti ama doğru kelimeler seçmişti. Konuşmaya devam etmesi gerektiğinin farkındaydı çünkü gitmeye karar vermişti bir kere. Ve bunu daha fazla uzatmadan bir an önce yapması gerekiyordu. Yoksa Bora ile geçen her saniye ayrılık planını daha da zorlaştıracaktı. Bu düşünceler içinde neler söylediğine kendisi bile şaşırarak konuşmaya devam etti.

-"Ve kalacak bir yer de.." dedikten sonra yutkundu. Bora'nın ne tepki vereceğini merak ediyordu. Aslında  cevabın kendi düşündüğü gibi olacağından emindi ama tüm kalbiyle bir mucize olmasını istiyor ve Bora'nın ona gitme demesini bekliyordu. Ama bu sadece bir hayaldi. Hem Bora ona gitme dese ne olacaktı ki? Hangi sıfatla kalacaktı, karnında Bora'nın çocuğunu taşırken  Bora ile kardeş olarak yaşamaya devam mı edecekti?

Bundan sonra Bora ile yaşaması aynen Bora'nın onu sevme ihtimali kadar imkansızdı artık.

Deniz kendi içinde ki çalkantıyla uğraşırken Bora yutkundu, tüm sevinci solup gitmiş, olduğu yerde donup kalmıştı.

Deniz'in ağzından çıkan her kelime onun yüreğine saplanan acı okları misali yüreğini burkmuş, kalbini paramparça etmişti. Sanki bütün yaşama sevincini ellerinden almıştı. Şimdi ne diyeceğini bilmiyordu.. Ağzından çıkan, yani konuşmak için çabalarken söyleyebildiği tek sözcük;

-"Ya.." oldu.

Deniz, kendisiyle öylesine meşguldü ki, bir yandan yüreğinde ki acıyı bastırmaya çalışırken bir yandan da Bora'nın boynuna sarılıp Seni seviyorum dememek için kendini zor tutuyordu. Ama bu oyuna başlamıştı bir kere ve devam ettirmek zorundaydı. Nasıl yapacağını bilmiyordu ama biran önce biricik aşkını bırakıp gitmek zorundaydı.

Bora bir şeyler demesi gerektiğini biliyordu ve aklı konuşmak için beyninde başka başka cümleler tasarlarken kalbi "ne olur gitme, beni bırakma" demesi için bir birine mıhlanmış dudaklarını zorluyordu. Bunun bir gün olacağını biliyordu ama hiç hazır değildi. Bu fikre alışması için belki biraz zamana ihtiyacı vardı ama bu sadece bir aldatmacadan ibaretti çok iyi biliyordu ki hiç bir zaman dilimi Deniz'in gitmesi fikrine alışması ve kabullenmesi için yetmeyecekti.

Hayatında ilk defa bulduğu bu emsalsiz duyguyu bu kadar çabuk kaybedemezdi. Ama onu nasıl engelleyebilirdi ki? Ne diyebilirdi. Tabi ki hiç bir şey. Çaresiz bu gidişi kabullenecek ve bu acıya gücünün sonuna kadar dayanacaktı. Deniz'e bir söz vermişti ve verdiği sözü de tutacak, Deniz'i delice sevse de yüreğine taş basıp iyi bir abi gibi davranacaktı.

Bora derin bir nefes aldıktan sonra tüm hüznünü maskeleyen gayet mesafeli ve uzak bir ses tonuyla;

-"Peki, ne zaman gideceksin?" diye sordu.

Deniz bu soruyu hiç beklemiyordu, aslında bekliyordu ama gerçeğini duymak verilmesi gereken en zor cevabı vermek zorunda kalmak canını derinden yakıyordu.
Kendini olayın akışına bırakmıştı artık, ağzı konuşuyor ama beyni ne söylediğini hem bilmiyor hem duymuyor gibiydi.

-"Yarın sabah.." deyiverdi birden Deniz. Seni daha fazla sevmeden gitmeliyim diye tekrarladı kendi kendine sonra da bu söylediğine güldü buruk bir tebessümle içten içe.. Daha fazlası nasıl olabilir ki diye merak etti.

Zaten şuan da tüm hücrelerine işlemiş durumdaydı bu sevgi.
Bora afallamıştı elinde olmadan dudaklarından döküldü kelimeler;

-"Bu kadar çabuk mu?" Diye sordu yaramazlık yapmış ama pişman olmuş bir çocuğun masumiyetiyle..

-"Evet." Dedi Deniz..

-"Peki, nasıl istersen Deniz. Ben çok yorgunum şimdi uyuyacağım, yarın sabah görüşürüz." dedi Bora ve hızlı adımlarla olanca gücüyle salondan uzaklaşarak odasına gitti.

Deniz arkasından bakarken donakalmıştı. Bu kadar kolay olacağını düşünmemişti. En azından Bora'nın detayları sormasını bekliyordu. Ama belli ki Bora Deniz'in gitmesinden hiç şikayetçi değildi ve şuan ki duruma bakılırsa bundan memnun bile olmuştu. Bu duruma baya içerledi Deniz demek ki Bora'nın gözünde hiç değeri yoktu, ona çok iyi davranmıştı onun için çok şeyler yapmıştı ama hepsini Deniz'e değer verdiği için değil çok iyi bir insan olduğu içindi. Deniz gözlerine dolan yaşları bastırdı ve yarın sabah erkenden kalkıp gitmeye karar verdi. Uyuyamayacak olmasına rağmen oda odasına gidip yattı.

...

Bora bütün gece uyuyamamıştı. İçinde sızlayan bir şey vardı defalarca kalkıp Deniz'e gitme demek için yalvarmaya karar vermiş ama her defasında kendine kızarak bundan vazgeçmişti. Demek ki Deniz'in artık ona ihtiyacı yoktu ve kendisine yeni bir hayat kurmak istiyordu. Güneşin ilk ışıkları camına vururken Bora oturduğu koltuktan kalktı, her tarafı ağrımıştı ama hiç bir ağrı kalbinde ki gibi canını yakmıyordu.

Banyoya gitmek için oturduğu yerden kalkarken koltuğun kenarına sıkıştırılmış bir şey gördü Bora. Uzanıp çektiğinde pembe bir havlu geldi eline. Önce ne olduğunu anlayamadı sonra burnuna götürüp kokladığında

Deniz'in havlusu olduğunu anladı. İyi ama burada ne işi vardı.
Çok takılmadı Bora havluyu da alarak banyoya gitti. Defalarca elini yüzünü yıkadı. Ama kendine gelemiyordu bir türlü. Deniz bu gün gidecekti. Bu düşünce canını yakıyordu, takati kesildi birden ani bir hareketle küvetin yanına yere oturdu. Ama Deniz bu evin neşesiydi şuan o geldiğinden beri Bora gibi evde bambaşka bir yer olmuştu.

Dokunduğu her yeri bir cennete çeviren Deniz bu evi adeta bir yuva yapmıştı ve şimdi hiç acımadan gidiyordu. Önünde duran vazo ve çiçeği de oraya Deniz koymuştu.

Bora öylesine çaresizdi ki ne yapacağını bilmiyordu. Elinde ki pembe havluya baktı tekrar garipti ama üstünde yer yer kan vardı ama şimdi bunu düşünecek zamanı yoktu.

...

Deniz banyodan gelen tıkırtılardan Bora'nın uyandığını anlamıştı. Ona veda etmek istiyordu ama buna gücü yoktu. Akşamdan hazırlayıp bir kenara koyduğu valizi alarak kapının önüne gitti. Tam çıkacakken aklına Bora için son defa yaptığı kekin altını kapatmadığı geldi ve valizini orada bırakarak mutfağa gitti.

Kekin altını kapatırken içeriden bir kırılma sesi geldi, her halde Bora yanlışlıkla bir şeyler devirdi diye düşündü. Acele etmesi gerekiyordu, Bora ile karşılaşmadan evden çıkmalıydı. Aceleyle keki fırından çıkardı ve bir müddet soğumasını bekledikten sonra keki dilimleyerek bir tabağa aldı ve balkonda hazırladığı masanın üstüne koyduktan sonra aceleyle kapıya yöneldi.

...

Bora Deniz'e böyle aptalca tutulduğu için kızıyordu kendine. Kendisi için deli olan onca kız varken neden Deniz'di, neden imkansıza tutulmuştu. Ömrü boyunca hep kendisine imkansız atfedilen şeyleri sevmişti mesela babası ona mimarlığı imkansız hale getirmek için elinden geleni yapmıştı ama Bora yine de mimarlığa tutulmuştu, şimdi de önünde onca seçenek varken o gidip kendisine sığınmış olan bir kıza Deniz'e aşık olmuştu.

Aptalım ben diye bağırdı Bora. Parmaklarını avuçları arasına alıp sıkarken olanca gücüyle önünde duran vazoya bir yumruk attı. Çarpmanın etkisiyle vazo gürültülü bir şekilde yere düşerek kırıldı.  Bora sinirini alamamıştı kırılan vazoya ve düşen çiçeklere bir daha, bir daha vurdu.

O an da eline cam kırıklarından ve çiçeklerden farklı bir şey geldi. Eline aldığı şey bir ilaç kutusuna benziyordu.
Kutuyu eline alıp ne olduğuna bakmak için kaldırdığında kutunun açık olan kısmından yere bir şey düştü.
Bora yere düşen cismin ne olduğuna anlam veremedi önce, sonra düşen şeyi eline alıp baktığında gördüğü şeyin bir hamilelik testi olduğunu anladı.

Bora önce yere attığı kanlar içerisinde ki pembe havluya sonra test cihazına baktı. O an Bora'nın aklında bazı görüntüler oluşmaya başladı. Sürekli bir yerde ki havluya bir teste bakıyordu.

Havluda ki kanlar şimdi aklına gelenlerle anlam kazanıyordu. Bora sarhoş olduğu gece eve geldiğinde Deniz'in üzerinde bu havlu vardı ve havlunun üzerinde ki kan Bora'nın elinden bulaşmıştı. Yani rüyasında gördüğü gibi Bora havluyu çıkarırken bulaşmıştı kan..

-"Rüya.."

Kendi kendine tekrarladı Bora.

-"Ah, tabi ya..." o akşam olanlar rüya değil gerçekti. Şimdi hepsini hatırlıyordu, zihninde ki bütün perdeler aralanmış bütün gece kafasında netleşmişti.
O geceye dair bulanık hatırladığı her şey artık ayna kadar netti ve o gecenin görüntüleri bir daha aklına gelmişti.

Bora oturduğu yerden hızlıca ayağa kalktı..

-"Aptalım ben, aptalım.." diye söylenerek Deniz'in odasına koştu. Deniz odada yoktu.

Odada ki dolabın kapakları ardına kadar açıktı ve dolap boştu.

-"Ah, hayır." dedi Bora başını iki yana sallayarak. Bu olamazdı, Deniz gitmiş olamazdı, onu tam bulmuşken o gitmiş olamazdı.

Bora aceleyle kapıya doğru koştururken aklına rüyasında Deniz'in ona defalarca kendisini sevdiğini söylediği geldi kalbi yerinden fırlayacak kadar hızlı artıyordu. Eğer yaşananlar gerçekse ki öyleydi, Deniz'de onu seviyordu.

...

Deniz valizini yerden aldı ve üç aydır kendisine yuva olan bu eve son kez bakıp arkasını dönerek gitmek için açık olan kapıdan zora ki bir adım attı.

...


(Devam Edecek)


Nursalkımın..

24 Şubat 2012 Cuma

Izdırap..!



Bak gözlerimin derinlere..
Ah şu devaya kavuşmayan dertler vardır ya,
Hani sonsuzluğa uzanıp sam yelinde saklanan..!
Hani ölüm döşeğinde içi geçmiş hayaller vardır ya,
Kurtulması bir mucize olan..!

Bak gözlerimin derinlerine..
Ne ifrad göreceksin orada, ne de yaşamaya dair tek bir ışık..
Her firakın yasını tutmayı kendine görev bilmiş bir teslimiyetsizden başka!
Her acıyı kendi bünyesinde biriktirmiş bir ruh ve karmakarışık!

Gel! Bak gözlerimin derinlerine...
Gittiğin, beni yalnızlığa terkettiğin hikayenin son paragrafından!
Ne olur dön, ne olur geri gel..

Damarlarıma nakşettiğin bu hüzün, kalbime ulaştıkça her saniye...
Durasım geliyor zamanın en orta yerinde!
Durdurasım geliyor hayatı bam telinde!
Dünyaya azrail kesilesim geliyor!
Kaderim sanki ecelin elinde..

Bak gözlerimin derinlerine..
Yüreğine işleyecek ızdırabımı orada bulacaksın..
Acıyacaksın belki bana,
Belki sarmak isteyeceksin yaralarımı,
Belki tutmak ellerimi,
Belki baştan kurmak giderken yıktığın hayallerimi..

Bak gözlerimin derinlerine...
Gördüklerinden ibaret bir yalan duracak karşında..
Ve ızdırabın izlerini hissedeceksin gözlerinde..

Cesaretliysen şimdi, hadi durma bak gözlerime...


Nursalkımın..

23 Şubat 2012 Perşembe

Son Sigara // Bölüm 9



BÖLÜM 5 // OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ..!
BÖLÜM 6 // OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ..!
BÖLÜM 7 // OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ..!
BÖLÜM 8 // OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ..!


Bora şiddetli bir baş ağrısıyla uyandı.
Her zaman ki gibi etraf muntazam bir düzen içinde toparlanmış, perdeler açılmış ve cam yarı aralanarak oda havalandırılmıştı.
Pencereden yansıyan güneş ışıkları hafif esintiyle dalgalanan tülün desenlerinin yansıması eşliğinde Bora'nın yüzüne çarpıyordu.
Başını acı içinde ovuşturduktan sonra yattığı yerden doğrulmaya çalıştı Bora, ağrımaktan dönen başıyla zorla yatağında doğruldu ve kendini yatağın başlık kısmına doğru çekerek, yatağında oturdu. Düşünmeye çalıştı, önce gördüğü çok güzel bir rüyadan uyandığı için kızdı kendine. Bari hayat ona bu kadarını çok görmeseydi, Bari Deniz'i rüyalarında sevmesine izin verseydi. Ne güzel bir rüya görmüştü, Deniz ona defalarca onu sevdiğini söylemiş ve onun olmuştu. Ama uyanmış ve o tatlı rüyanın da sonuna gelmişti Bora. ,
İçini yine tarifsiz bir acı kapladı. Yüzünü avuçları arasına aldığında kendisinde farklı bir şeyler olduğunu hissetti, elinde ki sargıyı fark ettiğinde beyninde eksik bir zaman dilimi olduğunu anladı. Dün ne olduğuna dair hiç bir şey hatırlayamıyordu. Eve nasıl gelmişti, yatağına nasıl gitmişti, eli nasıl sarılmıştı bunlara dair hafızasında zifiri karanlık eşliğinde silik izler yankılanıyor ama tamamına dair bütün bir resim oluşmuyordu. Yani dün akşamdan sonra olanlar hakkında hiç bir fikri yoktu.
Gözlerinin önüne çekilen perdenin arkasında hayal meyal kapıya gelişini, Deniz'in elini pansuman edişini anımsıyor ama bir türlü gerisini getiremiyordu. Zaten rüyası da elinin pansuman edilmesiyle başlıyordu. Demek ki o ara uyuya kalmışım diye düşündü. İnşaALLAH Deniz'e çok yük olmamış ve yanlış bir şey söylememişimdir dedi kendi kendine.
Sonra yüreğine müthiş bir tedirginlik oku saplandı, dün içkileri alırken sarhoş olma gayesini anımsadı. Her şeyi anlatmayı kafasına koymuştu.
-"Ya sarhoşken saçma sapan şeyler söylediysem, ALLAH'ım hatırlayamıyorum. Offf..." diye söylendi kendi kendine.
-"Deniz.. Dün neler oldu? Sana nasıl soracağım bunu.. Umarım yanlış şeyler söyleyip canını sıkmamışıdır." diye kendi kendine söylenmeye devam etti.
İçeriden hiç ses gelmiyordu, etrafın bu kadar sessiz olması içine bir korku düşürdü.
-"Ya dün Deniz'i korkuttuysam, ya gittiyse."
Birden yatağından doğruldu, elini yüzünü bile yıkamadan ani bir refleksle kendini her gün Deniz'i bulduğu ve bu günde bulmayı umut ettiği mutfağa attı..

...

-"Deniz!" diye bağırdı Bora!
Etrafa bakındı ama Deniz hiç bir yerde yoktu. Sırasıyla evin bütün odalarını aradı, banyoya, salona hatta balkona baktı ama Deniz hiç bir yerde yoktu.
Bora Deniz'i bulamayınca çılgına döndü, ne yapacağını bilmez bir şekilde kendini tekrar balkona attığında masanın hazırlanmış olduğunu fark etti.
-"Bu kadar iyi olamazsın!" gözlerinden akan yaşlara engel olamadan söylemişti bu sözleri Bora. Kendini sandalyeye zar zor attığında gitmişsin ama giderken yine düşünüp masayı hazırlamışsın dedi içinden.
Ağrıyan başını, acıyan elini bile unutmuştu Bora, şimdi sadece sızlayan yüreğini ovalıyor ve Deniz'i kaybettiği için ağlıyordu..

...

Deniz, yürürken bundan sonra ne olacağını kestiremiyordu. Gece olanlardan sonra Bora ile hayatlarına nasıl devam edeceklerini bilmiyordu. Tek düşündüğü şey Bora'nın bu olaya nasıl tepki vereceğiydi. Belki de Bora onu ucuz bir kadın zannedecekti. Ama öyle olmadığını ve Deniz'e ilk ve tek sahip olan kişinin kendisi olduğunu anlamıştı gece Bora.. Ama o kadar sarhoştu ki.. Bu ayrıntıyı hatırlayacak mıydı?
Nefes nefese kalmıştı Deniz, mecali tükenmiş ve eve nasıl gideceğini bilmiyordu. Ama bununla yüzleşmek zorunda olduğunu biliyordu, hayat sanki omuzlarına binmiş dünyanın tüm kederi onun yüreğine yüklenmişti.
-"Ya Bora'yı kaybedersem." diye kekeleyerek tekrarladı kendi kendine..
-"Bütün gece ona defalarca onu sevdiğimi söyledim, ama o bana kardeşimsin demişti. Off ALLAH'ım ben ne yapacağım." diye kendi kendine söylenirken dolan gözlerine zoraki hükmediyordu Deniz. Utanmasa ellerinde ki paketleri atacak ve sokağın ortasında hüngür hüngür ağlayacaktı. Alış verişi çoktan bitirmiş ve evin kapısına gelmişti ama bir türlü yukarıya çıkmaya cesaret edemiyordu.
Kalan gücünü son bir hamlede toparlayıp apartmanın girişinden adımını attı ve asansöre binerek doğruca Bora'nın evinin olduğu kata çıktı.
Kapıya geldiğinde çantasından anahtarı almak için elini uzattığında anahtarı almadığını fark etti.
-"Off bir de bu eksikti!" diye söylenerek kızdı kendine ve zile bastı.

...

Üst üste çalıp duran zilin sesiyle zoraki kendine gelebilmişti Bora, kapı çalıyordu ama hiç bir şey umurunda değildi. Çalan nasıl olsa alıp bir müddet çalıp sonra gidecekti. Ama düşündüğü gibi olmadı zil ısrarla çalmaya devam ediyordu. Bora gözlerinde ki yaşları silerek kapıyı açmak için hole gitti.
Hiç bir şey söylemeden sertçe kapıyı açtığında içinde ki sevince engel olamadı.
Deniz ellerinde paketlerle karşısında duruyordu, çocuk gibi gülümsedi. Hiç bir şey söylemeden Deniz'in gözlerinin içine bakarak ellerinden paketleri almak için uzandı.

...

Deniz karşısında üstünde eşofmanları, siyah uzun ve dalgalı saçları, beyaz teni, derin yeşilleri damar damar elaya çalan ama (Deniz'in uykudan olduğunu sandığı) kızarmış ve kendisinden 15-20 santim yukarıda ki  gözleriyle ışıl ışıl gülümseyen Bora'yı görünce aklında ki bütün soruları bertaraf etti. En azından Bora dün gece olanlar için ona kızmışa benzemiyordu.
Sessizliği ilk bozan Bora oldu.
-"Gittin sandım Deniz, dün o kadar sarhoştum ki istemeden sana kötü bir şey söylemiş ve kalbini kırmış olmaktan çok korktum." dedi Bora heyecanlı sesi ve gülen gözlerle Deniz'e bakarken.

Deniz ne diyeceğini şaşırmıştı, Bora'nın dün geceye dair hiç bir şey hatırlamadığını o an anladı. Bu iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi onu bilmiyordu. Rahatlamıştı ama içimde sızlayan bir parçanın varlığını da inkar edememişti kendine. Belli ki Bora'yı uzaktan sevmeye devam edecekti, daha kötüsü de olabilirdi dedi kendi kendine. Bora'nın hiç bir şey hatırlamadığından emin olmak için ;
-"Dün geceye dair hiç bir şey hatırlamıyorsun yani?" diye sordu.
Bora dudaklarını büzerek başını iki yana salladı
-"Ömrümde hiç sarhoş olmamıştım Deniz ve inan bana sanki dün akşamdan sonrasını beynimden kesip almışlar gibi hissediyorum. Eve nasıl geldiğimi, yatağa nasıl gittiğimi bile hatırlamıyorum" dedi. İçinde ki çığlık atma hissini zora ki bastırıyordu Bora.
Deniz, anladım anlamında başını salladı ve gülümsedi.
-"Anlıyorum, evet gerçekten çok sarhoştun ve doğrusu neden o kadar sarhoş olduğunu çok merak ettim. Merak etme beni kıracak ya da üzecek hiç bir şey yapmadın ve söylemedin, rahat ol. Ama sana bir konu da kızdım." Dedi. Deniz olayların bu şekilde gelişmesinden dolayı rahatlamıştı ama yine de üzgün hissediyordu.
Bora soran gözlerle kendisine bakarken -"Neden kızdın?" diye sordu. Yine amansız bir korku gelmiş ve yüreğini tırmalamaya başlamıştı. Yüzünde ki ifade solmuştu.
deniz Bora'nın elinde ki paketleri Bora'ya uzatırken konuştu;
-"Kendine nasıl bu kadar zarar veriyorsun? Elin daha yeni iyileşti! Ve sen yine hiç düşünmeden elinin canına okumuşsun! " Dedi, yumruğunu sıkmış, işaret parmağını uzatmış çocuk azarlar gibi Bora'ya doğru parmağını sallıyordu.
Bora yine derinden bir "Ohh" çekti ve
-"Oldu bir kere, evde bir hemşire olduğu için şanslıyım." dedi.
Deniz, hafif bir hareketle kızdığını ifade etmek için Bora'nın omzuna doğru vurarak güldü.

...

Kapıda ki ayak üstü sohbetten sonra Bora önde Deniz arkada mutfağa gidip önce paketleri birlikte yerlerine yerleştirdiler. Daha sonra da balkona çıkıp kahvaltı masasına oturdular.
Deniz Bora'nın neden o kadar çok içtiğini ve eline ne olduğunu çok merak ediyordu, sormak istiyor ama bunun doğru bir zaman olup olmadığından emin olamıyordu. En iyisi daha sonra diye düşündü.

Bora ise Deniz'in eve geri gelmesinden mutlu ama yine Deniz'e açılamamış olmanın verdiği duyguyla hüzünlenmişti. Bu günün de dünden hiç bir farkı yoktu. Deniz onun için sadece güzel bir rüyaydı. Bu düşüncelerle yine iştahı kaçmıştı.
Deniz'in de pek bir şey yemek istediği söylenemezdi.
İkisi de duygularını belli etmemeye çalışarak dün geceye dair başka hiç bir şey konuşmadan bir şeyler atıştırıp, kahvaltılarını bitirdiler.

...

(Devam Edecek)

Nursalkımın..

22 Şubat 2012 Çarşamba

Kimseye Söyleme Acılarımı Anne..! // 2007 Nisan


Uçurumları sevmiyorum ben anne, uçurtmaları da...
Çünkü benim uçurtmalarım yasak saklı tellere takıldı!
Çünkü uçurduğum kalbim, ıstırap yamaçlarında yarım kaldı!


Anne bir gün bu yalnızlıkta biter değil mi ?
Bu yalan günler de geçer gider,
Geriye sadece hayallerde saklı mutluluklar kalır değil mi?

Anne çaresizliklerimi kimseye söyleme tamam mı..?
Hiç görmediğin kalbi kırık gözyaşlarımı,
Hiç duymadığın mevlaya beni al yakarışlarımı..!

Yalvarırcasına bakışlarımı,
Durmadan kanayan ağlayışlarımı,
Yağmur misali hüzne yağışlarımı...



Kimselere söyleme anne, geceler boyu kendimle savaşlarımı...
Köhne tebessümlerimi sakladığım mutluluk dolabımı..
İçinde muntazam bir düzenle katlı ve naftalin kokan, mutluluklarımı...


Onları çehiz hazırladım anne ben ölümle düğünüme!
İşte sadece o zaman tebessümü yakıştıracağım kendime..
Sitem etmeden gideceğim yeminle kaderime!



Kimseye anlatma tamam mı bir faninin yokluğunda yitirdiğim varlığımı..
Şafak sancılarımı, bitmeyen acılarımı,

Karanlıklara emanet aydınlıklarımı,
Maviye çalan siyahi beyazımı,
Sılaya teslim vuslatlarımı..


Hüznümü sakladım anne ben,
Kalbimin bir perde arkasına..
Şimdi kimseye perdelerimi açıp dünyamı ışıtması için izin veremiyorum..!

Kımseye anlatma anne hiç göremediğin gözyaşlarımı...



Ben hep mutsuzlukla kıvranırcasına mutluluk rolünü oynamaya devam ederim,
Yeter ki filim gibi çabuk bitsin hayat...
Söz! göz yaşlarımı hiç dökmem bu yalan dünyaya....
Söz..!


Yangınımı dindirmeyen sulara teslimat tamam değil mi?
Üzülme demeyecek misin anne?
Üzülme, gülümse demeyecek misin?
Seni de mi tükettiler ben misali anne, seni de mi?


Tamam, ben anladım!
Kara bahtlı, siması karanlık dilencilerin anlamsız fermanlarını...
Dile gelmeyen ALLAH rızası yalvarışlarını....
Anladım anne!
Şimdi anladım..!

Allah rızası için bu kadar çaresiz olduğumu kımseye söyleme anne..
Her gün ölmek için yalvardığımı,
Sadakatsiz bir sevdanın ateşiyle cayır cayır yandığımı...!
Tüm asaletimi bir günahkara yırtık bir sevda karşılığında sattığımı!
Kaybolup tövbeler de, temiz yüzlü şeytana aldandığımı!


Nasıl olsa mutluluk oyunu ancak benim ömrüm kadar olmayacak mıydı ???
Az kaldı anne....

Çok az kaldı..!


________________________________________

Tut ki çıldırdım .. ! Tut ki ölüyorum...
Giderken bile senden, Tilki misali yine sana dönüyorum !!!
________________________________________

Gidiyorum vuslatını bilmediğim firakla yıkanmış sılalara..
Şafağını saymaya başladım sonsuzdan geriye doğru...

GİDİYORUM...


Nursalkımın..

21 Şubat 2012 Salı

Anlam / SIZI / m..! -- 2006


Anlatmak istedigim Ama Sustugum ne Çok Masal Var Biliyor musun..?
Söylemek istedigim Ama Korktugum ne Çok Kelime Biriktirdim Dilimde...
Oysa Yüregimi Alsan Eline Her $eyi Anlatacak Benim Yerime..

Gitme.. !
Ne Olur Gitme,  Kal Yüregimin Bir Kö$esinde...
ister Ez Geç Sevda Yolumdan, ister Kır Her Parçasını,
ister Der Tüm Çiçeklerimi!
Ama Ne Olur Bırakıpta Gitme..

Anlatmak istedigim Ne Çok $ey Var Oysa Sana...
Seninle Anlamlandırmak istedigim Ne Çok Kelime...

Belki Suskunlugum Anlatmı$tır Sana...
Belki Gözya$larım ?
Belki de Son Bakı$ım...?
Anlatmadımı Yoksa Geceler Boyu ALLAH'a Seni Yalvarı$larım???

Sadece Çok özledim, Ondan Bu acı Tavrım..
Yanlış Anlama, Sana Degil Canımadır Tüm Kastım! 
Sadece Çok özledim...

Nursalkımın..

20 Şubat 2012 Pazartesi

öLüm // 2007



Siyah, Beyaz, Kırmızı..

Şimdi arzuluyorum seni Ey öLüm! 
Derinlerimde çokça derinlerimde! 
Ölesiye özlüyorum seni, 
Kaybettiklerimde, yitirdiklerimde... 
Hüznümü sana yüklemek, sende demlenmek, 
Sende "SON" bulmak istiyor içimdeki asi ve kırgın çocuk... 
Buklelerime konduracağın bir nefesle, bir ılık dokunuşla iliklerime işleyeceksin, 
Ilık ılık akıtırken gözlerimden kan damlalarını, sen ruhumu çekip çalacaksın bedenimden...

Vücudumda her zerreme düğüm olmuş bir acının ıstırabını yükleyip sana,
Ben sende "YOK" olacağım Ey öLüm... 
Ne gün olacak gözlerimdeki ifade ne de karanlık... 
Baktıkça ardımda bıraktıklarım kanayacak bu sefer benim yerime, 
Belki de pişman olacak beni kendinde yitirdiği için alacakaranlık... 
İşte o zaman sinsice tebessüm edeceğim geçmişime, geleceğime...

Zamanı bendimde durduracağım, 
Kimse akmayacak bu sefer tenimden, 
Kimse geçemeyecek artık yüreğimden...!
Sevda hanımın kapılarını sıkıca kitleyip, 
Ardıma bakmadan yavaş yavaş gideceğim kendimden... 

Ardımdan belki hıçkırıklar, belki dualar gelmek isteyecek benimle beraber.. 
Hayır! Hayır! 
Hiç birine izin vermeyeceğim, 
Tek öldüğüm gibi tek çekip gideceğim bu yerden...

Şimdi suskunluğumu dizginleme vakti, 
Şafağını saymayacağım, vuslatını hatırlamayacağım,
Uzun, çokça uzun bir sefer vakti... 

Dudaklarıma dokundurduğunda dudaklarını, 
Sadece buz gibi bir soğuğu hissedebileceksin!!! 

Ne acılarımı!
Ne sevdamı!
Ne gidişimi! 

Hepsini sakladım ben, artık bulamayacaksın.. 

Bana sadece "SON" bir defa dokunma hakkın olacak, 
"SON" bir defa diye başlayan kelimelerle buluşacaksın bu sefer benimle!
Bir daha ki seferler olmayacak cümlelerinde.. 

Sakın! 
Sakın gözyaşlarını değdirme tenime!
İstemiyorum yanımda, yalnızlığıma yar olup giderken;
Kokunu da! Seni de..!

Siyah, Beyaz, Kırmızı..
Giderken aşkım "Siyah", ruhum "Beyaz", yüreğim "Kırmızı"...


Nursalkımın..

Canım Sıkıldı..




-Canım sıkılıyor!

-Sıkı can iyidir, kolay kolay çıkmaz..

-Aman ne komik! Ha ha ha!

-Ne oldu şimdi...?


- ...

Nursalkımın..

17 Şubat 2012 Cuma

Son Sigara // Bölüm 8



BÖLÜM 5 // OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ..!
BÖLÜM 6 // OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ..!
BÖLÜM 7 // OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ..!


Deniz kapının önünde derin düşünceler içinde dalgın dalgın beklerken Bora gülümseyerek

-"Günaydın." dedi.

Kulakların da yankılanan hayran olduğu bu sesle Deniz istemsizce irkildi, aklından geçenler yüzünden yanakları al al oldu. Bora'ya bakamıyordu, sanki gözlerinin içine baksa Bora aklından geçenleri okuyacak, her şeyi anlayacak gibi hissediyordu. Kendini toparlamak için hafifçe genzini temizledi ve gözlerini Bora'nın gözlerinden kaçırarak,
-"Günaydın." diye karşılık verdi. Hemen ardından boranın ovuşturduğu bileğine bakarak ve gözleriyle işaret ederek;
-"Bileğin bu gün nasıl? Masaj yapmamı ister misin" diye sordu, Deniz Bora'nın bileği ağrıdığında sağlık okulunda öğrendiği tekniklerle masaj yapıyordu. Bora'nın vereceği cevabın heyecanı için de Deniz'in kalbi çarpmaya başlamıştı.
Borayı ne zaman görse nefesi kesilecek gibi oluyordu, bir de ona dokunduğunda dünya başında dönüyor gibi oluyordu. Deniz Bora'dan gelecek yanıtı beklerken sol yanında, göğsünün üstünde sanki küçücük bir kafes içinde sürekli kanat çırpan ve uçmak isteyen bir kuş varmış gibi hissediyordu.
Bora bu teklife her ne kadar evet demek istese de kendini Deniz'den uzak tutmak her geçen gün daha da zor olduğu için başını iki yana sallayarak;
-"Artık daha iyi, neredeyse hiç ağrımıyor. Bu yüzden gerek yok." dedi istemeden sesi biraz sert çıkmıştı. Deniz  hem üzülmüş hem rahatlamıştı.
İçinde bulunduğu bu durum Deniz'in aklını alıyordu. Delicesine aşık olduğu adam bir nefes kadar yakının da ama sonsuzluk kadar uzağındaydı. Elini uzatsa ona dokunabilir ama yasak bir elma misali asla dokunulamazdı.
Yine de onu görebildiği, kokusunu içine çekip, varlığını hissedebildiği her gün için şükrediyordu Deniz.
Böylesi de yeter bana diye düşündü. Yanında olmak, her gün uyurken Bora'yı izlemek, evin içinde kokusunu duymak bile Deniz için tüm hayatına bedeldi.
Deniz aklını esir alan bu düşünceler içinde bakışlarını yerden kaldırmadan;
-"Peki o zaman. Bu arada kahvaltı hazır." Dedi.
-"Yine zahmet etmişsin Deniz, hemen geliyorum." Diye karşılık verdi Bora.
aralarında esen soğuk rüzgar ister istemez kendini belli ediyordu.
-"Tamam." Dedi Deniz ve odadan çıkıp mutfağa gitti. Tezgahın önüne geldiğinde nefes nefese kalmıştı. "ALLAH'ım bana ne oluyor böyle?" dedi kendi kendine. Tezgahın kenarına yaslanmış, derman kalmayan kollarının ağırlığını açık olan pencerenin pervazına vererek biraz sakinleşebilmek için annesinin çok sevdiği ve bu yüzden kendisine adını verdiği masmavi denizi izlemeye başladı Deniz.

Deniz dışarıda ki enfes manzarayı gözleriyle içine çekerken iki ay önce ki o gün aklından bir filim şeridi gibi geçmeye başladı yine.

Eve geldiklerinde ilk önce Deniz Bora'nın yaralarını temizlemişti. Daha sonra da oturup bütün gece konuşmuşlardı.

Bora Deniz'e hayatını anlatmıştı. Ailesi Bodrum'da yaşıyordu. Babasının büyük bir oteli vardı ve maddi durumları oturduğu evden de anlaşılacağı üzere baya iyiydi. Babasını anlatırken Bora'nın yüzü hissiz bir durum alıyordu. Despot bir adam demişti Bora Babası için, Bora'ya sürekli baskı yapıp Bora'nın işlerin başa geçmesini istediğini kendisinin ise kendi mesleğini icra ettirmek istediğini anlatmıştı. Bu yüzden babasının tüm itirazlarına karşın Bora İstanbul'da mimarlık fakültesi için gelmiş ve iki yıl önce de okulu bitirmişti. Babası bu durumdan hiç memnun olmasa da Bora çocukluk hayalini, mimarlığı tercih ettiği için mutluydu. Okulu bitmesine rağmen babasının işlerinin başına geçmemek için okulu uzattıkça uzatıyordu. Öyle ki yüksek lisansı bitirmiş ve şu an doktora yapıyordu.
Bir İstanbul aşığı olan Bora bu şehri terk etmemek ve babasının kendisi için kurduğu hayata hapsolup kalmamak için elinden gelen her şeyi yaptığını ve yapacağını söylemişti Deniz'e. Hatta biraz daha cesaretini toplayıp babasına onunla çalışmak istemediğini ve dönmeyeceğini söyleyecek ve hep burada hayalini kurduğu hayatı yaşayacaktı bir gün. Ama onu engelleyen ve tek düşündüğü babasıyla kendisi arasında sıkışıp kalan annesi ve bir de resmini büyük bir heyecanla gösterdiği  şirin mi şirin küçük kız kardeşiydi. Onlar için, sırf evde huzur bozulmasın, annesi ve kız kardeşi üzülmesin diye hep okulu uzatarak mazeretler üretmeyi yeğlemişti Bora. Onları bu ateşe atmak istemiyordu, üstelik kız kardeşi hastaydı. Bora kardeşinden bahsederken gözleri hüzünle doluyordu, kardeşinin adı Melek'ti, "bakma böyle küçük göründüğüne ne akıllıdır o" diye grurla bahsetmişti Bora kardeşinden.
Sonra eklemişti Bora; Melek'in epilepsi hastası olduğunu bu yüzden annesinin çok istemesine rağmen sık sık yanına gelemediğini sözlerine. Sonra ortaya çıkan albümlerle bütün gece oyalanmışlar ve zaman zaman hüzünlenip zaman zaman da kahkahalarla gülmüşlerdi.
Bora ailesinin ve çocukluğunun geçtiği yerlerin resimlerini göstermişti. Hepsinin bir anısı vardı ve bir bir anlatmıştı. En çok sevdiği resimde kendisinin ilk çizimi olan küçük bir villa resmiydi. Bodrum'da onlarla aynı sokakta oturan ve kendisini çok sevip her zaman destekleyen Bekir amcanın hayalinde ki evi anlatıp çizimini Bora'ya yaptırdığı ev Bora için büyük bir gururdu.
Bora hayatını ve anılarını anlatmayı bitirdikten sonra Deniz'e bir iş ve kalacak yer bulmadan kesinlikle yanından ayrılamayacağını söylemiş ama isterse iş bulduktan sonra da dilediği kadar yanında kalabileceğini, asla tedirgin olmamasını Melek'i nasıl görüyorsa Deniz'i de öyle gördüğünü ve asla başka bir şüphe duymamasını söylemişti. Deniz ne kadar böyle bir şüphesi olmadığını, kendisine sonsuz müteşekkir olduğunu söylese de Bora bu konuyu ısrarla tekrarlamıştı.

Bu cümleler Deniz'in aklına her yankılandığında Deniz'in kalbi sıkışıyor, canı yanıyordu. Belki de Bora Deniz'e kendisinden başka bir şey beklememesi için o cümleleri sarf etmişti. Belki de Deniz'i sadece çok iyi bir insan olduğu için evine almıştı ve daha fazlası olamayacağını Deniz'e anlatmak istemişti. O günden sonra bir daha öyle bir gün geçirmemişlerdi ve Bora her gün Deniz'den biraz daha uzaklaşıyordu sanki. Belki de yanlış bir izlenime sahip olup Deniz'in ona aşık olmasından korkuyordu. Acaba Bora Deniz'in aşkını anlamış ve ondan nefret mi etmişti? Bu yüzden mi gün geçtikçe kendisine daha az gülüyor ve daha az konuşuyordu. Deniz'in keklerini bile yemiyordu artık eskisi gibi. Deniz'in aklına gelen bu düşünce kalbin de derin bir sızıya sebep oldu.
-"Melek nasılsa benim için sende öyle olacaksın, bundan şüphen olmasın."

Deniz Bora'nın cümlesini kısık bir sesle kendisine telkin eder gibi tekrar etti.

Ya anladıysa! Ya Bora Deniz'in aşkından rahatsız olmuşsa. Deniz içeriden gelen tıkırtı sesiyle kendine gelmek için başını iki yana salladı ve elinde olmadan gözlerine hücum eden yağma isteğini bastırıp önünde duran bardaklara çay doldurup, götürüp balkonda ki masaya koydu. Usulca sandalyeye oturup yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirip Bora'nın gelmesi için beklemeye başladı.

..

Bora içinde bulunduğu durumdan patlayacak gibi olmuştu. içeride onun için iyi niyetle kekler hazırlayan bu kıza deli gibi tutulmuştu. Ama evinde kendine emanet olan bir tanrı misafirine nasıl yan gözle bakabilirdi. üstelik Deniz hayatında ki tüm erkeklerin yaptıkları her iyilik için kendinden bir karşılık aldıklarını iğrenerek söylemişti.
Deniz Bora'nın kendisine olan ilgisini anlarsa belki de Bora için de aynı şeyi düşünecek ve onunda diğerlerinden farkı olmadığını sanacaktı. Ama öyle değildi.
Bora Deniz'den karşılık beklemiyordu. Hayatının merkezi Deniz olmuştu ve bir ömür onu koruyup kollamak, onu mutlu etmek istiyordu. Ama bu durumda onu ürkütüp kaçırmaktan da öylesine korkuyordu ki. En çok korktuğu şey Deniz'in kendisini yanlış anlaması ve nefret etmesiydi.
Bu yüzden günden güne farkında bile olmadan Deniz'den uzaklaşıyordu Bora. Okula gidiyor, okuldan çıkınca Sahile inip ya saatlerce yürüyor ya da ne olduğunu bile bilmeden eline geçen her şeyi okuyordu.
Sırf eve daha geç gidip hemen yatmak ve Deniz'e yanlış bir davranışta bulunmamak için saatlerce ne yaptığını bilmeden avare bir şekilde zaman geçirir olmuştu Bora.
Üstelik Deniz'i görüp dokunamamak, sarılamamak sevdiğini söyleyememek canına tak etmişti. Kendine hakim olamamaktan ve Deniz'i üzmekten korkuyordu. Bu hayatta isteyeceği en son şeydi.

Şimdi gidecek onunla aynı masaya karşı karşıya oturacak o Deniz gözlere bakamadan, ellerini tutamadan kalkacak ve okula gidecekti. Oysa her şey daha farklı olabilirdi. keşke Deniz onu sevseydi. en ufak bir işaret bile yetebilirdi ama Deniz her fırsatta sanki bunun asla olmayacağını belli edercesine kendisinden bakışlarını kaçırıyor ve uzak duruyordu. Belki de abisi gibi görüyordu. Bu düşünce Bora'nın midesine kramplar girmesine neden oluyordu.
Hiç iştahı kalmamıştı, günden güne zayıflıyordu. Deniz alınmasın diye keklerinden zorla yiyordu ama hepsi o  kadardı gün boyu başka hiç bir şey yiyemiyordu.
Etrafında ki insanlar Bora'ya ne olduğunu sorup duruyorlardı. Nasıl anlatabilirdi? Kime anlatabilirdi. hayatını alt üst eden bu aşkı kiminle paylaşabilirdi ki.
Bora günden güne, içten içe eriyordu. Onun için hayatın tek anlamı sadece Deniz'di ama o da kendisine asla Bora'nın baktığı şekilde bakmayacaktı. Bora çaresizdi.
Bora'yı mutlu eden tek bir düşünce vardı o da o olaydan sonra Deniz'e zarar veren Halil'e haddini bildirmiş olmasıydı. Bora o olaydan bir kaç gün sonra Halil'in yanına giderek Deniz'den uzak durmasını söylemiş ve daha önceden tanıdığı, babasının eski bir dostu olan Salih amcaya olan biten her şeyi anlatmış Halil'i kafeden kovdurmuştu. En azından hayatının aşkına zarar veren adama dersini verebilmişti Bora, bunun için mutluydu.

Bora masaya olabildiğince geç gidebilmek için ağır ağır hareket ediyordu. Ama kaçacak yolu yoktu nihayet balkon kapısından çıkıp Deniz'in karşısına oturdu.
Deniz yine o muhteşem keklerden yapmıştı ama Bora'nın canı hiç bir şey istemiyordu. Deniz alınmasın diye tabağına bir parça kek aldı ama oynamaktan kekin haşatını çıkardı. Göz ucuyla ara ara Deniz'e bakıyor ama fark ettirmemek için bakışlarını hemen kaçırıyordu. Kekin paramparça olduğunu farkında bile değildi.

-"Beğenmedin mi?" Deniz biraz alıngan bir sesle keki işaret ederek sormuştu.

Bora irkildi, Deniz'e hiç bir şey belli etmemek için öylesine sıkmıştı ki kendisini Deniz'in sorusu karşısında bir anda şaşırıp kaldı.
-"Ne?" dedi başını kaldırıp deniz'in gözlerine bakabildiğinde.

-"Artık eskisi gibi yemiyorsun keklerimi, yoksa bıktın mı? Tadını artık sevmiyor musun?" Diye alıngan bir sesle konuşmaya devam etti Deniz.

Bora şaşkın şaşkın Deniz'in yüzüne baktı bir müddet. Nihayet Deniz'in ne sorduğunu anladığında tatlılıkla gülümsemeye çalıştı.

-"Hayır" dedi.

Boranın cevabından sonra Deniz'in yüz ifadesi değişti, üzüldü birden.
-"Yani artık keklerimi beğenmiyorsun?" dedikten sonra soran bakışlarla süzdü Bora'yı bir müddet.

Hayır öyle değil dedi Bora içinden, aptal kafam diye azarladı kendini sonra gülümsemeye devam ederek,

-"Evet, yani hayır." Dedi.

 Deniz kafası karışmış ve afallamış bir şekilde Bora'nın yüzüne baktı, neden sonra Bora da çok anlamsız konuştuğunun farkına vardı ve;

-" Yani evet keklerini beğeniyorum ve hayır onlardan bıkmadım." diyebildi.

Deniz rahatlamış gibi bir derinden bir oh çekti ve;
-"Neden yemiyorsun öyleyse? diye sordu.

Bu sefer Bora afallamıştı, ne diyeceğini bilmiyordu. Kara sevdaya tutuldum diyemezdi elbette.
-"Şey.. İştahım yok." dedi kekeleyerek Bora.

Deniz neden diye sormaya hazırlanırken Bora birden ayağa kalktı.
-"Üzgünüm Deniz, gitmem gerekiyor." dedi ve başka hiç bir şey söylemeden Deniz'in sormasına da fırsat vermeden alelacele balkon kapısından içeri geçip gitti.

Deniz Hiç bir şey diyemedi gözleri dolmuştu. Nesi vardı Bora'nın böyle akıl sır erdiremiyordu. Acaba benim yüzümden mi diye düşündü.

İçeriden gelen kapı sesinden Bora'nın çıktığını anladı. Gözlerine yerleşen yaşları bastırmayı bıraktı ve saatlerce ağladı.

...

Bora artık dayanamıyordu. Sevdiği kıza böylesine yakın olup da kendini tutmak artık çok zor olmaya başlamıştı. Bütün gün onun kokusunu içine çekip ona dokunamamak aklını başından alıyordu.

Bu sefer asansörü kullanmadı hızla merdivenlerden aşağıya inip arabasına gitti ve nereye gideceğini bilmeden oradan uzaklaştı.
Kaç saat geçtiğini bilmiyordu, kalbi göğsünden fırlayacakmış gibi atıyordu.
Neden bu kadar çaresizdi?
Neden bu kadar aşıktı?
Oysa bu güne kadar hiç böyle olmamıştı, kız arkadaşları olmuştu hepsine belirli ölçüde değer vermişti ama hiç biri için böyle bir bağlılık hissetmemişti.
Deniz'i kaybetme korkusu gibi bir duyguyu daha önce hiç kimseyleyken yaşamamıştı.
Bora frene bastığında kendini sahilde bulmuştu her zaman ki gibi. Kaç saat geçtiğini bilmiyordu kendini kaybetmişti adeta. Geçmişi geleceği, okul, dersler, babası hiç bir şey umurunda değildi.
Her şeyi unutmak istiyordu hatta Deniz'i bile. İçinden söküp atmak ve bu kalp çarpıntısından kurtulmak, içinde ki bu acıyı dindirmek istiyordu.
Bora hiç yapmadığı bir şeyi yaptı ve sahil kenarında ki bardan gidip bir sürü içki aldı. Arabasına döndüğünde elinde bir sürü şişe vardı. Sarhoş olmak ve her şeyi unutmak istiyordu..
İçti..
İçti..

...

Saat epeyce geç olduğunda iyice sarhoş olmuştu Bora, artık ne yaptığından haberi yoktu. Bütün şişeleri içmiş ve beyni uyuşmuştu ama Deniz hala hem aklında hem de göğsünün üzerinde koca bir taş misali hiç yerinden kıpırdamadan duruyordu.
-"Neden gitmiyorsun aklımdan!" diye bağırdı Bora arabanın içinde kendi kendine!
-"Neden, neden, neden?" hem bağıra bağıra sayıklıyor hemde daha yeni iyileşen eli ile sertçe direksiyona vuruyordu.
-"Seni deli gibi seviyorum Deniz, neden görmüyorsun? Ben kötü değilim.. Diğerleri gibi değilim." diye sayıklarken farkında bile olmadan dakikalarca direksiyona sertçe vurmaya devam etti, eli şişmiş ve morarmıştı. Hatta yer yer yarılmış ve kanamıştı. Ama kalbi öylesine sızlıyordu ki elinin acısı umurunda bile değildi.

-"ALLAH'ım dayanamıyorum, bu sefer söyleyeceğim. Onu ne kadar çok sevdiğimi söylersem belki beni anlar. ama artık bu azaba dayanamıyorum." diye bağırdı çaresiz ve küçücük bir çocuk gibi ağlamaya başladı.  Karar vermişti bu akşam her şeyi anlatacaktı arabayı çalıştırıp eve doğru sürdü..

...

Hava kararmıştı. Deniz kendine geldiğinde gözleri ağlamaktan kıp kırmızı olmuş ve şişmişti. Bu çaresizlik içinde ne yapacağını bilmiyordu. Oradan gitmek ve kaçmak istiyor ama Bora'dan uzaklaşma düşüncesi ile nefesi kesilecek gibi oluyordu.
Gidemezdi Bora kendisinden gitmesini isteyene kadar kalacaktı. Elinde ki bu fırsatı, Bora'ya yakın olma hakkını sonuna kadar kullanacaktı. Zor olsa da hayatının en güzel günleriydi bunlar ve kıymetini bilerek geçirecek sabrının son damlasına kadar kullanacaktı.

Balkonda ki salıncakta öylece saatlerce oturup ağlamıştı. Nihayet ayağa kalktığında tüm vücudu uyuşmuştu, kendine gelmek için duş almaya karar verdi. Bora her an gelebilirdi ve onu bu haliyle görmemeliydi. Saate baktı saat 11  olmuştu. Bora hiç bu kadar gecikmezdi diye geçirdi aklından. İşi çıktı herhalde diye düşündü ama bir bakıma iyi de olmuştu. Deniz toparlandı ve duş almak için banyoya gitti.
...
Sıcak suyun altında ne kadar geçirdi bilmiyordu ama su ona iyi gelmişti. Nihayet duştan çıktığında Bora henüz gelmemişti, Deniz üzerini giyinmeden havlusuyla yatağa uzandı. Rahatlamıştı gözlerini yumdu bu şekilde beş on dakika geçmişti ki kapı çaldı.
Bora herhalde diye düşündü Deniz doğruldu. Üstünü giyinmek için dolaba yöneldiği sırada Bora'nın sesini duydu.
Bora kapıyı açmaya çalışırken yaralı elini çarpıştı. Canı öylesine yanmıştı ki ister istemez bağırmıştı.
Deniz Bora'nın acı içinde ki sesini duyunca eline aldığı kıyafetleri yere atarak üstünde ki havluyla kapıya koştu.
Kapıyı açtığında Bora'yı yerde oturmuş elini ovuştururken ve ağlarken buldu. Eli mos mor olmuş, şişmiş ve kan içindeydi.
Deniz telaşlandı.
-"Ne oldu sana?" diye bağırdı.

Bora başını kaldırıp Deniz'e baktığında nutku tutulmuştu. Hiç bir şey söyleyemedi.
Deniz ıslak saçları ve üstünde ki havluyla karşısında duruyordu. Bakmamak için kafasını çevirdi ve cevap vermedi. Ayağa kalkmaya çalıştı ama çabası sonuç vermedi.

Deniz koşturarak Bora'nın yanına gidip koluna girdi. Üstünü giymediğini unutmuştu ve umurunda bile değildi. Bora'yı kaldırıp odasına kadar taşıdı. Nihayet odaya geldiklerinde Deniz Bora'yı yatağa oturttu ve koşarak ilk yardım çantasını aldı. Hiç bir şey sormadan konuşmadan Bora'nın elini pansuman etmeye başladı. Bora'nın zil zurna sarhoş olduğunu anlamıştı. Ne olduğunu sormadı, tek düşündüğü Bora'nın eliydi. Deniz yarayı temizlerken Bora'ya o kadar yakındı ki ıslak saçları Bora'nın yüzüne değiyordu. Bora kendine hakim olmak için başını başka tarafa çevirdi. Ama en sonunda pes etti ve Deniz'in ıslak saçlarına usul bir öpücük kondurdu.

Deniz şaşırdı ama Bora'nın sarhoş olduğu için ne yaptığını bilmediğini sanıyordu. Yarayı temizleyip sardıktan sonra başını kaldırdı, Bora yaşlı gözlerle ona bakıyordu. Deniz artık kendini tutmayı bıraktı ve uzanıp Bora'nın gözlerinde ki yaşları sildi, kendi gözlerinden akan yaşlar umurunda bile değildi. İkisi de bu sefer gözlerini hiç kaçırmadan bir birlerine bakıyorlardı. Bora Deniz'in gözlerin de gördüğü yaşlara anlam veremedi zaten öyle sarhoştu ki Deniz'den başka hiç bir şeye odaklanamıyordu. Elini uzatıp yaşlı yeşil gözleriyle kendisine bakan kızın gözlerinde ki yaşları sildi önce daha sonra parmaklarının tersi ile ıslak yanağını sevdi ve en son parmaklarının ucu ile dudaklarına dokundu. Deniz sadece gülümsedi ve tepki vermedi, Bora bu durumdan güç almıştı. Aralarında ki çekime engel olamıyorlardı. Bora ne yaptığının farkındaydı ama Deniz Bora'nın sarhoş olduğu için ne yaptığını bilmediğini düşünse de karşı koymuyordu. İstediği şey buydu ve sarhoş bile olsa hayatının bu en özel olayını Bora'yla yaşamak istiyordu. Bu onun için belki de ilk-son ve tek fırsattı. Deniz yaptığından hiç pişmanlık duymadan dudaklarına dokunan parmakları öptü usulca...

...


(Devam Edecek)

Nursalkımın..

16 Şubat 2012 Perşembe

Girdap ..



Canım yanıyor..

Yağmurlar yağmıyor bu sefer saçlarıma..
Yıldız misali düşmüyor fer bakışlarıma!
Iskalıyorum skalayı her defasında!
Tutturamıyorum hayatı bir türlü..
Tutamıyorum köşesinden hayallerinin!
Dokunduğum her kırık batıyor avuçlarıma!
Neresinden yakalasam elimde kalıyor ahlarım!
Boğazıma gelip mesken tutan bir yumru var!
Ya fazla geliyor bana oksijen,
Ya yaşamak nefes darlığı..
Özüm sigara misali, benden çektiğin her nefes kor ediyor bedenimi..
Önce yanıyor, alev alıyor parlıyorum!
Dudakların dokunduğunda dudaklarıma,
Bir hoş oluyorum!
Nefesimi çekip her aldığında benden, can alıcı ateş kırmızısı kesiliyorum..
Sonra bitince iç çekişler, sönüyor, bir bir kepeklenmiş griye dönüyorum..
Parça parça, pul pul..
Esen her deli poyrazın girdabına kapılıp savruluyorum,
Bilinmez kara kuyulara salınıyorum!
Her içe çekişin tekerrürden ibaret bir daha külleniş oluyor bana!
Beni kullanıp kullanıp atıyorsun her defasında!
Dibime kadar içiyorsun umutlarımı!
Olsun diyorum, nasılsa meftunum ya sana!
Nasılsa yaşam da sen ölüm de!
Diyorum "Lütfun da hoş Kahrın da!"
Alışıyorum dudakarına, canım yansa da umudum yine değmek olunca tenine,
Acın bile hediye oluyor ruhuma!
Ve işte tam o anda kuruttuğun varlığımı ya yetiremiyorum sana!
Ya da tükenmişliğim fazla geliyor delikanlılığına!
Kirletip atıyorsun kalbimde ki bekareti bir kenara!
Ruhuma bile bile tutuşturduğun ateşi söndürmek için eziyorsun beni laf tablaların da!
Kanıma dokunduğunu bile bile sensizliğin, itiyorsun beni sabahı olmayan yarınlara!

Gelmeyeceksin biliyorum, bir daha asla sana varmayacak yollarım!
Hayat hep böyle devam edecek tökezleye tökezleye!
Ne zaman bir taşa ayağım takılsa yine senden bileceğim!
Kahretsin hem seni suçlayacak, tüm günahlarıma sen sebep oldun diyeceğim!
Hem de deli gibi özleyip seni, kana kana hasretini çekeceğim!

Her şeyi bitirdim varlığa dair!
Bir seni tüketemiyorum işlediğin fendimden!
Ben bile uzaklaştım da ruhuma varan sapaklardan,
Bir senin izini silemiyorum kendimden!


!!!

Nursalkımın..

15 Şubat 2012 Çarşamba

Masumiyet'im..!

...

Yalnızlığın tezini hazırlıyor yüreğim!

Sanki derin kederler ve acılar bu akşam ödevim...

Tebessümünü yıkadığım hüzne adanmış bir kaç şeyin...

Ne adı var ne de tadı...

Boğazıma düğümlediğim bir kaç ses,

Buluşuyor yorgun bir hecede…

Dilimin ucunda batıklardan bir name...

Tut hadi, ellerimi tut ki;

Yıkılıyor sokaklarım, tükeniyor özüme “Mahkumiyetim”..!

Gel hadi, gel de gör ki;

Gözlerimden bir bir damlıyor bütün "Masumiyetim"..!


Nursalkımın..

14 Şubat 2012 Salı

Yeminler ..

     Oysa hep şahit tuttuk yeminleri sevdamıza,

     Ve ilk onları öldürdük...!

      Geçen zamanı mesken tuttuk anılarımıza,

      Şimdi bir fatiha ile onları da gömdük...

      Bak ne acıymış zamansız ayrılık,

      Kanayan yaraların derinliklerinde gördük.

      Toplarken yüreğe batan sevda kırıklarını,

      Gözlerden akıtıp hasreti, yürekten sövdük...


Nursalkımın..

13 Şubat 2012 Pazartesi

Yorgun / um..


Şimdi ellerim bile yorgun yazmaktan..

Dilim lâl olmuş konuşmaktan..

Ve gözlerim kör...

Gerçekler ağır geliyor bedenimin derinliklerinde bir yerde,

Saklanan hayallerimle ruhumun penceresinde,

Uçurtma olup uçmak isteyen bir kuş var...

Ve şimdi güneş akşam olmuş, ayı kıskanıyor!

Bir garip matem kokusu alıyor burnum..

Şöyle bir maziye dalıp gidiyorum!

Bırakın beni ne olur!

Ben hep çocuk kalmak istyorum!

Hayat acı, hayat tatsız, hayat tuzsuz ..

Ve biraz da bayatlamış yine aynı acılar.

Bir gönül var avuçlarımda, biraz kırık dökük..

Ve içinde bir sevgi bölük, pörçük..!

Karanlık ellerimden tutup beni çekiyor,

Gel ! gel, ebedi ışık bende diyor....!

Sanki göz kapaklarıma muzip bir el dokunuyor,

Ağlıyorum ve anlıyorum şimdi ölmek bana tatlı geliyor...


Nursalkımın..

10 Şubat 2012 Cuma

Canım Yanıyor..!





-Canım yanıyor..

-Nasıl yani?

-Hava da ölüm kokusu var.. Hissediyor musun?

-Neyin var kuzum, iyi misin sen?

-İyilik ve kötülük nasıl duygular ki.. Bir tek acını biliyorum gayrısını unuttum!

-Bir doktora görün istersen, belki hastasındır?

-Evet hastayım, sıtma gibi tutuldum sana, iliklerime yapıştın mikrop gibi, aşkımı emiyorsun..

-Eczaneye bir sorsak, belki sana iyi gelecek bir şeyler verirler..

-Kaç saatte bir almalıyım seni, ilacım olur musun?

-İnan gitmeliyim, zamanım yok..

-G/B itmese N/M olmaz mı?

-Bu kadar takılma bana!

-Sana mı? Ben kiriklerine düğümlendim !

-Abartıyorsun sanırım..

-Evet yüreğim aşkını çok fazla abarttı, şimdi sensizliği reddediyor..!

-İyi değilsin sen, bir elini yüzünü yıka istersen?

-Olurdu.... İyi de gözlerimde yaş kalmadı ki?

-Ateşin mi var senin?

-Vücudumda yangın var, tutuşturan senin ateşindi!

-Bak, gerçekten gitmeliyim!

-Dur, oysa ne çok sevmiştim seni, nefes gibi..

-Belki de sadece bir hevestir..

-Ellerimden alınan şeker gibisin.. Çocuk yüreğim kırıldı..

-Evet, işte kasdettiğim bu çocukça yani.. Gelir geçer..

-Evet geldin ve yüreğimden öyle bir geçtin ki... Şimdi senin endamın izinde kocaman bir yıkık oluştu yürek duvarlarımda..

-Bence sen şimdi uyu, yarın herşey daha güzel olacak..

-İyi de ben en son sana uyumuştum, senden uyanamıyorum ki bir türlü? İnsan uyurken bir daha nasıl uyur?

-Aklım karıştı..

-Evet aklım aklına aktı, tadın ruhuma, varlığın benliğime karıştı!

-Bilmece gibi konuşuyorsun?

-Bilmece! Olur ama sorunsalım sensin..

-İpucu ver..

-Aynaya bak ve tut. İpimin ucu sensin!

-Off gerçekten aklım karıştı, neysin sen!

-Ben mi, Sen'im.. Seni gördüğümden beri senden ibaretim!

-Gerçekten ne dediğini anlamıyorum!

-Dediklerim senin dudaklarından dökülenlerden başka bir şey değil ki?

-Sıktın ama..

-Evet yüreğim aşkına bir beden küçük geldi, kalbim sıkıştı atamıyor! Aslında iplerimi çözsen yaşama şansım olurdu.. Beni çözer misin?

-Ne biçim soru bu, çözeltiye mi benziyorum?

-Evet saçmalıyorum, kimyamız heterojen, bana ancak işlersin sen!

-.....

-Ahh,  sesin çok güzel..

-Konuşmadım ki..

-Hiç susmuyor ki, beynim pikap misali sesinden bir plak döndürüp duruyor !

-Sen gerçekten iyi değilsin..

-Tamam git!

-Ne oldu şimdi, neden kızdın!

-Varlığın iyi gelmiyor, fenalardayım!

-Yokluğum iyi mi gelecek?

-Evet, nefesimi kesecek?

-Nefesinin kesilmesi iyi bir şey mi??? Yaşayamazsın ki?

-Yaşamıyorum ki? Görmüyor musun, bundan sonra ancak sana bağlı yaşayabilirim, aşk yetmezliğim var.. 
Nefesimi diyalize etmen gerekiyor! Yoksa kalbim atmayı reddediyor!

-Sana yardımcı olmak isterdim..

-Artık çok geç, malesef! Habis varlığın tüm vücuda yayılmış.. Bundan sonra kalan günlerimi mutlu yaşamaktan başka yapılacak bir şey yok dedi doktor.

-Çok üzüldüm..

-Üzülme, vasiyet ettim beni sana gömecekler!

-Senin için üzgünüm.

-Ben değilim, arada bir kalbime/kabrime uğrasan yeter..

-Senin için dua edeceğim..

-Olur...

-..

-Beni nasıl bilirdin..

-Nasıl yani, seni iyi biliyorum. -din ne demek!

-Klişelerden biri işte, itiraz etme, töreni tamamlamamız lazım.

-Anlamıyorum!

-Boş ver, hakkını helal ediyor musun?

-Sende hakkım mı var?

-Daha nelerin var bir bilsen, neyse ediyor musun..

-Öyle istiyorsan, ediyorum..

-Teşekkürler, şimdi bir gül bırakabilirsin ruhuma.. Sonra gidebilirsin. 

-Gül mü?

-Tamam tamam sen buse bıraksan yeter..

-Ruhunu nasıl öpeceğim?

-Ben her gece öpüyorum..

-Yine saçmalıyorsun, ben gidiyorum..!

-Peki, güle güle gel..

-Geliyorum demedim! Gidiyorum, Hoşca kal..

-Sensiz boşça kalacağım zaten..

-Gittim..

-Gelmemiştin ki zaten..!




Nursalkımın..